| |
'Hakikati bulan,
başkaları farklı düşünüyorlar diye onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala,
hem de alçaktır! Elbette bir adamın, benden başka herkes yanılıyor demesi
zordur. Ancak sahiden herkes yanılıyorsa o ne yapsın?..."
(Cemil MERİÇ: ‘Bu
ülke", Ötüken , 1974, İstanbul, s.7.)
Peygamberler mesleği olan “hakikati söylemek” her insanın
harcı değildir. Doğruda yalnız kalmak, iftiraya uğramak, sıkıntılara düşmek
kader kanunudur. Doğrular nedeniyle zillete düşülse de, hakikat gün yüzüne
çıkmaya mecburdur. Hakikatin vasfı ayaklar altında olmak değil, başlar üzerine
taç olmaktır. Yapılan bunca saldırılar netice olarak yine Hakkın galibiyeti ile
sonuçlanmış olması bunu göstermektedir. Bazı zamanlar yalan galip görünse de
devran insanlar arasında gelip giderken, doğruluğun galibiyeti kader kanunudur.
Kıyamet günü peygamberler ile ümmetleri arasında geçen
konuşmalar vardır. Onlar ümmetleri
nedeniyle mahcup olmuş, yüzlerini yere eğmeye mecbur bırakılmıştır. Ümmeti
merhume denilen Muhammed ümmeti [salla’llâhu aleyhi ve sellem] aldığı terbiye
nedeniyle kıyamet günüde başı açık yüzü ak olarak huzura çıkmayı hak
etmelerinin sebebi diğer din sahiplerinin büyüklerine karşı iftiralar
atmamalarıdır. Onlar Rahmet peygamberi salla’llâhu aleyhi ve sellemin
terbiyesinde olgunlaştıklarından öteki ümmetlere ve peygamberlerine karşı en
ufak bir nefret söylemi vaki olmamıştır. Bu fark değil midir ki, Hakk onların
yanında tecelli etmiştir.
Hz. İsa aleyhisselâm ve Hz. Musa aleyhisselâm ruhlar
aleminde Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellemin yanına her
geldiklerinde başlarını öne eğerler. Tek utançları ümmetlerinin yaptığı
hakaretler ve iftiralardır. Günden güne de bu
mahcubiyetleri o kadar artmıştı ki, kendilerinde başlarını kaldıracak
bir türlü mazeret dahi bulamazlar. Ümmetlerinin dinlerini tahrif etmeleri
yetmiyormuş gibi, birde taşkınlıkları yüzünden çok rahatsızlıkları ile
söyledikleri tek kelâm “Sen âlemlere rahmet olarak gönderildin.” Buna
bizim imanımız ve tasdikimiz var, bizi ve ümmetlerimizi aff buyrun” olmaktadır.
Bu söze delil olarak, kıyamet
sahnelerinde geçmesi haber verilen şefaat isteği gerçekliğinin açık beyanıdır.
Yine Sahiheyn ve Tirmizi'nin Ebu Hureyre'den
kaydettikleri bir rivayet şöyledir:
"Biz bir davette Hz. Rasûlu'llâh
salla’llâhu aleyhi ve sellem ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budu(n dan
bir parça) ikram edildi. Bud hoşuna giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve:
"Ben Kıyamet günü âdemoğlunun efendisiyim!
Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? (Açıklayayım:) Allah o gün,
öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükte toplar. Bakan onlara bakar, çağıran
onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların tahammül
edemeyecekleri ve tâkat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar:
"İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor
musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?"
demeye başlarlar. Birbirlerine:
"Babanız Âdem var!"
derler ve ona gelerek: "Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Allah seni
kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. (Bütün isimleri sana
öğretti). Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi.
(Allah katında itibarın, makamın var.) Rabbin nezdinde bizim için şefaatte
bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun?"
derler. Âdem aleyhisselâm da:
"Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu
kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate
benim yüzüm yok, çünkü, cennette iken, Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men
etmişti. Ben, bu yasağa âsi oldum. (Ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle
cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bu bana yeter). Nefsim!
Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin, Nûh aleyhisselam'a gidin!"
diyecek. İnsanlar Nûh aleyhisselam'a gelecekler:
"Ey Nuh! Sen yeryüzü ahalisine gönderilen
resullerin ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul (abden şekûrâ) diye
isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri
görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın?"
diyecekler. Nuh aleyhisselâm da şöyle diyecek:
"Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç
bu kkadar öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir dua
hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine (beddua olarak) yaptım. Nefsim! Nefsim!
Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim aleyhisselam'agidin!"
diyecek. İnsanlar İbrahim aleyhisselam'a gelecekler:
"Ey İbrahim! Sen allah'ın peygamberi ve
arz ahalisi içinde yegane Halilisin, bize Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde
bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler. İbrahim aleyhisselam
onlara:
"Rabbim bugün çok öfkeli. Bundan önce bu
kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. (Şefaat etmeye
kendimde yüz de bulamıyorum. Çünkü ben) üç kere yalan söyledim!" deyip, bu
yalanlarını birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek:
"Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına
gidin! Musa aleyhisselam'a gidin!" İnsanlar, Hz. Musa
aleyhisselam'a gelecekler ve:
"Ey Musa! Sen Allah'ın peygamberisin. Allah
seni, risaletiyle ve hususi kelamıyla insanlardan üstün kıldı. Bize Allah
nezdinde şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?"
diyecekler. Hz. Musa da:
"Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce
böylesine öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen Rabbim
nezdinde şefaate yüzüm de yok. Çünkü) ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım bir
cana kıydım. (...Bugün ben mağfirete mazhar olursam bu bana yeterlidir.)
Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Hz. İsa aleyhisselâm'a gidin!"
diyecek. İnsanlar Hz. İsa'ya gelecekler ve:
"Ey İsa, sen Allah'ın Peygamberisin ve
Meryem'e attığı bir kelamısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken
insanlara konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu
hali görmüyor musun?" diyecekler! Hz. İsa aleyhisselam da:
"Bugün Rabbim çok öfkeli. Daha önce bu
kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek!" diyecek.
-Hz. İsa şahsıyla ilgili bir günah zikretmeksizin- (Bir başka rivayette:)
"(Beni, Allah'tan ayrı bir ilah edindiler. Bugün bana mağfiret edilirse bu
bana yeter!") Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Muhammed
salla’llâhu aleyhi ve selleme gidin!" diyecek. İnsanlar Hz.
Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve selleme gelecekler, -bir diğer rivayette: "Bana
gelirler!" denmiştir- ve:
"Ey Muhammed! Sen Allah'ın peygamberisin,
bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah seni geçmiş-gelecek bütün günahlarını
mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefaatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz
hali görmüyor musun?" diyecekler. Bunun üzerine ben Arş'ın altına
gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken Allah, benden önce hiç
kimseye açmadığı medh u senâları benim için açacak (Ben onlarla Rabbime medh u
senâlarda bulunacağım). Sonra:
"Ey Muhammed başını kaldır ve iste!
(İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine getirilecek!"
denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: "Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim
ümmetim! Ey Rabbim ümmetim!" diyeceğim. Bunun üzerine:
"Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap
olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer
kapılarda da insanlara ortaktırlar!" denilecek."
Resûlullah sonra şöyle buyurdular:
"Nefsim kudret elinde olan Zat-ı
Zülcelâl'e yemin olsun. Cennet kapısının kanatlarından iki kanadının arasındaki
mesâfe Mekke ile Hecer arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe
kadardır."
Buhari, Enbiya 3, 8, Tefsir, Beni İsrail 5;
Müslim, İman 327, (194); Tirmizi, Kıyamet 11, (2436).
Bütün insanlar peygamberleri ile Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu
aleyhi ve sellemin şefaatini dilenmişlerdir. Bu dilenişin sebeplerinden biri
de, Ümmeti Merhume, peygamberlerinin yolunda gidip, diğer insanları, dinleri ve
peygamberlerine hakaret etmeyip, incitmediler.. Ümmeti
Muhammed diğer peygamberlere hiçbir şekilde iftira atmadı, leke sürmedi.Diğer ehl-i kitab ise tahrif ettikleri yetmemiş gibi
dinlerini ve kitaplarını iftiralar, yalanlarla doldurup peygamberlerini mahcup kıldılar. Bu
mahcubiyetler yüzünden peygamberleri kıyamet gününde şefaat etme hakkından mahrum
kaldı.
Şefaat şerefinin, Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve
sellemin ve ümmetinin üzerinde oluş nedeni budur.
İhramcızâde İsmail Hakkı
Hasan Basri ÇANTAY
Canlara
Cânân Diye Sevdim
Sevdim seni hep canlara cânân diye sevdim
Bir ben değil âlem sana kurban diye sevdim
Sevdim seni hep canlara cânân diye sevdim
Bir ben değil âlem sana kurban diye sevdim
Ecrâm-ı
felek levh u kalem mest-i nigahın
Didarına aşık ulu Yezdân diye sevdim
Didarına aşık ulu Yezdân diye sevdim
Mahşerde
nebiler bile senden medet ister
Gül yüzlü melekler sana hayran diye sevdim
Gül yüzlü melekler sana hayran diye sevdim
Aşkınla
buhurdan gibi tütmede bu kalbim
Sensiz bana Cennet bile hicran diye sevdim
Sensiz bana Cennet bile hicran diye sevdim
Ta
arşa çıkar her gece aşıkların ahı
Asilere lütfun yüce ferman diye sevdim
Asilere lütfun yüce ferman diye sevdim
Doğ
kalbime bir lahzacık ey nûr-i Dilârâ
Sevdanı gönül derdine derman diye sevdim
Sevdanı gönül derdine derman diye sevdim
Bülbül
de senin bağrı yanık aşık-ı zârın
Feryadı bütün ateş-i sûzân diye sevdim
Feryadı bütün ateş-i sûzân diye sevdim
Huriler
ezelden beri Şeydâ-yı cemalin
Yanmıştı sana Yusuf-i Kenan diye sevdim
Yanmıştı sana Yusuf-i Kenan diye sevdim
Evlad
ü iyalden geçerek Ravza’na geldim
Evsafını medhetmede Kur’ân diye sevdim
Evsafını medhetmede Kur’ân diye sevdim
Kıtmirinim
ey Şâh-ı Rüsûl kovma kapından
Âlemlere rahmet dedi Rahman diye sevdim
Âlemlere rahmet dedi Rahman diye sevdim
Şeydâ
kuluna nazar eyle nazar-ı merhametinle
Bir lahza nazar en büyük ihsan diye sevdim
Bir lahza nazar en büyük ihsan diye sevdim
https://youtu.be/xCELN7Mi868