Ana içeriğe atla

“CENNETE, RASÛLULLÂH SALLALLÂHÜ ALEYHİ VE SELLEME İMAN EDENLER GİRECEKTİR.”

|


“Cennete kimler girecek?”
Bu soru herkes tarafından bir şekilde açıklanır/açıklanmaktadır.
Fakat doğru olan (bize göre şudur):
Cennete Allah Teâlâ’ya iman edenler, değil, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme iman edenler gidecektir.
Bu ne demektir?
Bu şu demek oluyor.
Biz hakiki ve İslam dini üzere iman etmeyi kimden öğrendik?
Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’den. O kimden öğrendi Cebrail aleyhisselâmdan. O kimden öğrendi? Allah Teâlâ’dan
Allah’a iman etmek. Ancak hangi Allah’a?
Biz Müslümanlar Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin Allah’ına iman ettik.
Yani Müslümanlar Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin getirdiği Kur’ân-ı Kerim’deki beyan ettiği açıkladığı Allah Teâlâ’ya iman ettik.
Eğer Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleme iman ediyorsak, o zaman doğru iman üzereyiz.
Yeryüzünde Hz. Adem aleyhisselâmdan beri çeşitli inançlar, hakikatin yanında ifrat ve tefrid arasında geldiler. Bu inanç seviyesi ve mevzunu müslümanlarda dahi farklılıklar gösterdiğini düşününce, her kulun fıtrat gereği iman ettiği/edeceği bir Allah/ilah  inancı var.  Denilir ki, “nefesler sayısınca veya nefisler sayısınca” İnsanların kalbindeki inandığı Allah/ilah inancı çeşit çeşittir.
Ben Allah Teâlâ’ya iman ediyorum demek Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme iman ediyorum demektir. O halde cennete Allah’a iman edenler değil, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme iman edenler girecektir. Yine  bizler Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin ilâh inancına tabi olmadığımız sürece gerçekten iman edenlerin safında olmak şöyle dursun, batıl yolun temsilcileri olmaktan kurtulamayız.
Bu konuyu teyid için şu menkıbeleri tekrar hatırlatalım.
Dirayet tefsirinde otorite olan Fahreddin-i Râzî (rahmetullahi aleyh) âhirete intikal ettiğinde, kabirde sorgu melekleri (Rabbin Kim? Nebin Kim?....) malum sualleri sordular. Hepsine cevap verdikten sonra “Senin imanın nasıl bir iman?” suali­ne gelince cevap veremedi. Aklına bir türlü cevap gelmeyince zamanın büyük velisi manevi Necmüddîn el-Kübrâ kuddise sırruhu’l-azîz Hazretleri ona yardım eder.. Necmüddîn el-Kübrâ der ki;
“Taklit­tir, de, taklit.”
“Taklittir”, diyor. Melekler;
“Kimin taklidi?” diye tekrar soruyorlar.
“Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin taklidi,” diyor. Sorgu Melekleri
“Tamam geçtin”, diyorlar.
Bunun için kelime-i şehâdette olsun, kelime-i tevhîdde olsun, ba­zı irfan sahibi büyüklerimiz
 “La ilâhe illa’llah alâ muradillah” “La ilâhe illa’llah’tan Allah Teâlâ’nın kastettiği murat ne ise”,
”alâ murad-ı Rasulillah” “Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz tebliğ ederken ne kastediyorsa ben de o kasıt­la diyorum” veya “sen de öyle de” derler. Bu taklittir.
Başka kıssa daha vardır:
Hz. Mûsâ aleyhisselâm zamanında Firavun’un palyaçoların­dan biri, Hz. Musa aleyhisselâmı taklit ediyor. Malum, Hz. Mûsâ aleyhisselâm kıllı vücutlu, gö­bekli, başı dazlak bir zât-ı şeriftir. İşte adam, başına işkembe geçiriyor, o zaman naylon yok tabiî, karnına bir yastık koyuyor, elinde asayla Hz. Musa aleyhisselâmı taklit ediyor. Niye, Firavun’u güldürecek çünkü. Hz. Mûsâ aleyhisselâm bunu haber alıyor.
Bir mükâleme, yani Allah Teâlâ ile konuşma sırasında, “Bunu kahret Yâ Rabbî” diyor. “Kahretmem” diye hitap ediyor Cenâb-ı Allah Teâlâ
“Firavun’u değil, seni taklit ediyor.”
İnceliği anlayabildiniz mi? (Kaynak olarak Ö. Tuğrul  İNANÇER, Gönül Sohbetleri, İst, 2005, s. 13)
Allah Teâlâ buyurdu ki
“Hayır, hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarındaki çekişmeli, ihtilâflı konularda, seni hakem yapmadıkça, senin icraatından, uygulamandan dolayı içlerinde hiçbir burukluk duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmayacaklar.  (Ahmet Tekin Meali: Nisa , 65)

Benzer Yazılar