![]() ![]() ![]() ![]() |
“Ah min el- aşkı ve hâlatihi
Ahraka kalbî bi hararatihi Ma-nazara aynî ilâ gayrikum Uskimu billahi ve ayatihi” [1]
Vücudum mübtelâyı derdi hicran
oldu ser-tâ-pâ
Bana ağlayın ki, yarin
asistanından cüdâyım ben
Acep mi gelse çeşmimden
sirişkim böyle mahzundur
Leylâ Hanım
“Fahri Âlem Muhammed
Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz ve ailesi üst
üste pek çok geceleri aç geçirirler ve akşam yemeği bulamazlardı. Ekmekleri
çoğunlukla arpa ekmeği idi.” (Tirmizî)
Allah (celle celâlühû)´ın en sevmediği şey “bulunduğu hale razı
olmamak” tır. Bize örnek olması açısından O´nun bu hali gözümüzün önünden
hiç kaybolmamalıdır.
Hz. Ömer (radiyallâhü anh) insanların nail
oldukları dünyalıktan söz etti ve dedi ki:
“Gerçekten ben Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimizin bütün gün
açlıktan kıvrandığı halde, karnını doyurmaya adi hurma bile bulamadığını
gördüm.” (Müslim)
Yine, Hz.
Ömer (radiyallâhü anh) Peygamber
(sallallâhü
aleyhi ve sellem) Efendimizin
evininin, başını dayandığı içerisi lifle doldurulmuş bir yastık, vücudunun
ancak bir kısmına kifayet eden hurma yaprağından örülmüş bir hasır, tepesinin
üzerinde asılı duran işlenmemiş bir kaç deri ve bir
miktarda deri işlemede kullanılan ağaç yaprağından olduğundan bahseder.
Hasırın
örgülerinin, Efendimiz (sallallâhü
aleyhi ve sellem) vücudunun
açık yerlerinde izler yapmış olduğunu gören Hz. Ömer (radiyallahü anh) manzaradan
müteessir olarak ağlamaya başlar. Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem ) niçin
ağladığını sorunca:
“Nasıl
ağlamayayım, şu hasır
vücudunda izler bırakmış, odada ise görülenlerden başka bir şey yok. Şu Kisrâ
ve Kayser nehirler, meyveler içerisinde altın tahtlar, ipek ve atlas yataklar
üzerinde olsunlar, Sen ise Allah (celle celâlühû)´ın Resulü ol
da böyle yokluk çek, sana da yatak yapsak olmaz mı? Der.
Fahri Âlem
Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve
sellem) Efendimiz
“Onların
nimeti dünyada peşin verilmiştir.” “Benim dünya ile ne alâkam var, ben
dünyada kendimi bir ağacın altında gölgelenip, sonra bırakıp giden yolcu
gibi görüyorum” cevabını
vermiştir.
Bizlerin nankörlüğü çok
olmasına rağmen Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)´in fedakârlığı Allah (celle celâlühû)´ın bize rahmetini çekerek yerden ve gökten gelecek
azaplara keffâret olmuştur.[3] Uhud
dağını altın olarak teklif eden Rabb´ine sabırla yardım istemesi biz Ümmeti
için olmuştur.
O´nun bu hali o hale
varmıştı ki; tarifi mümkün olmaz bir hal almıştı.
Fahri Âlem (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz bir gün
namazını oturarak kılıyordu. Kıldığı nafile bir namazdı. Ebû Hüreyre (radiyallahü anh) namazdan sonra sordu:
“Ya Rasûlallah! Bir
hastalığınız mı var? Namazı oturarak kılıyorsunuz? Verilen cevap cihanı
ürpertecek şekildeydi:
“Ya Ebâ Hüreyre, günlerdir ağzıma
götürecek bir şey bulamadım. Açlık takatimi kesti, ayakta duracak dermanım
kalmadı, onun için namazımı oturarak kılıyorum.”
Ebû Hüreyre (radiyallahü anh) diyor ki, bunu duyunca
ağlamaya başladım. Allah Resulü kendi durumunu unutmuş, bana teselli
veriyordu:
“Ağlama Ya Ebâ Hüreyre!
Burada çekilen açlık, insanı ahiret azabından kurtarır.” (Kenzu´l-Ummâl)
Çekilen bu sıkıntı Şefaat
makamında olanın, Rabb´ine karşı sermayesidir. Bize düşen O´na layık ümmet
olmaktır.
Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimizin şu halini
gözümüzde bir canlandıralım.
“Gecenin yarısıydı. Açlık
Allah (celle celâlühû) Resulü´nün bütün
dermanını tüketmiş ve artık gözüne uyku da girmez olmuştu. Belki biraz
uyuyabilseydi, açlığın o şiddetli ıstırabından geçici de olsa kurtulacaktı.
Ne var ki açlık, O´nu terk edeceğe benzemiyordu. Evinden çıktı, bir tarafa
doğru yürümeye başladı. Biraz sonra da bir karartı hissetti. Gelen biri
vardı. Dikkatini oraya çevirdi; tanımıştı... Bu, hayatının hiçbir anında
O´ndan ayrılmayan insandı. Hayatı boyunca hep Onunla beraber olmuştu. Şimdi
de gecenin yarısında, Medine´nin bu tenha köşesinde randevulaşmış gibiydiler.
Gelen, Hz. Ebû Bekir (radiyallahü anh)´dı ve Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) ona selâm verdi.
Ardından da sordu:
“Ya Ebâ Bekir! Gecenin bu
vaktinde seni dışarıya çıkaran nedir?”
Ebû Bekir (radiyallahü anh), Fahri Âlem (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimizi görünce
derdini unutuvermişti. Zaten o, hep öyle idi.
Hani Mekke´de Resûlüllâh (sallallâhü aleyhi ve sellem)´i kurtarmak için girdiği
kavgada komalık olmuş, bir gün baygın kalmış ve gözlerini ilk açtığında “Allah
(celle celâlühû) Resulü´ne ne oldu?” diye sormuştu. Anası Ümmi
Ümâre kızmış: “Ölüyorsun; fakat hâlâ O´nu düşünüyorsun” demişti.
Annesi bilmiyordu ki, Ebû
Bekir (radiyallahü anh), O´nu düşünmediği zaman
ölürdü. Çünkü Peygamber (sallallâhü aleyhi ve
sellem) Efendimiz, onun hayat
kaynağıydı. İşte şimdi de O´ndan ayrı kalamamış ve bilemediği bir his, onu
buraya kadar sürüklemişti. Sürüklemişti ve Resûlüllâh (sallallâhü aleyhi ve sellem)´in sorusuna “Açlık” diye
cevap veriyordu. “Evde yiyecek bir şey bulamadım, gözüme uyku girmedi ve
dışarıya çıktım.”
Hemen ardından ekledi: “Anam
babam Sana feda olsun Ya Rasûlallah, Sen niye çıktın?”
Cevap aynıydı. Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) da açlıktan dolayı
çıkmıştı. Tam bu esnada bir karartı daha belirdi. Belli ki bu uzun boylu,
görkemli insan Hz. Ömer (radiyallahü anh)´di. Zaten, tablonun
tamamlanması gerekiyordu. Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) sağ tarafına Hz. Ebû
Bekir (radiyallahü anh)´i almıştı. Gelen Hz.
Ömer (radiyallahü anh)´di. Karşısında bu iki
dostu görünce O da şaşırıp kalmıştı. Selâm verdi, selâmı alındı. Kâinatın Sultanı
(sallallâhü aleyhi ve
sellem), Ömer (radiyallahü anh)´a de niçin çıktığını
sordu. O da, aynı cevabı verdi:
“Açlık, Ey Allah´ın
Resulü, açlık beni dışarıya çıkardı” dedi.
Efendimizin hatırına
Ebu´l-Heysem (radiyallahü anh) geldi. Evi o taraflardaydı.
İhtimal gündüz de onu bağında görmüştü. Hiç olmazsa onlara hurma ikram eder
ve açlıklarını yatıştırırlardı. “Gelin Ebu´l-Heysem´e gidelim” dedi.
Ebu´l-Heysem (radiyallahü anh)´ın evine vardılar.
Ebu´l-Heysem (radiyallahü anh) ve hanımı, uyuyordu.
Evde, bir de küçük bir çocukları vardı. Yaşı, beş veya altıydı.
Önce kapıyı Hz. Ömer (radiyallahü anh) çaldı. O gür sesiyle “Ya
Ebe´l-Heysem!” diye seslendi. Ebu´l-Heysem (radiyallahü anh) de hanımı da sesi duymadı. Fakat yatağında mışıl,
mışıl uyuyan o yavru, birden yatağından fırladı, “Baba! Kalk Ömer geldi”
dedi.
Ebu´l-Heysem (radiyallahü anh), çocuğunu rüya görüyor
sandı. “Yat oğlum, gecenin yarısı, bu vakitte burada Ömer´in işi ne?” Çocuk
yattı.
Kapı açılmayınca, bu defa
da o narin sesli Ebû Bekir (radiyallahü anh), gelip seslendi: “Ya
Ebe´l-Heysem!” Çocuk yine fırladı, kalktı ve “Baba! Ebû Bekir geldi”
diye bağırdı. Babası onu tekrar yatırdı.
Fakat son gelen, sesi
soluğu cenazeleri dahi canlandıran Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) di. O, “Ya
Ebe´l-Heysem!” diye seslenince, çocuk, artık yayından fırlayan bir ok
olmuştu. Hem kapıya doğru koşuyor, hem de
“Baba kalk, Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) geldi!” diyordu.
Ebu´l-Heysem (radiyallahü anh), neye uğradığını
şaşırmıştı. Hemen kapıya koştu. Gözlerine inanamıyordu. Gecenin bu saatinde,
hanesine, Sultanlar Sultanı nüzul etmişti. Hemen onları içeri aldı. Gidip bir
oğlak boğazladı. Bu şeref, insana hayatta belki bir kere nasip olurdu.
Hayatının en mutlu anını yaşıyordu. Canını bile sofraya koysa azdı. Hurma
getirdi, süt getirdi, et getirdi ve bu aziz misafirlerine ikram etti.
Açlıklarını bastıracak kadar yediler. Ardından da yine Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimizin gözleri dolu
dolu oldu. Dudaklarından şu sözler döküldü:
“Allah´a kasem ederim,
işte şu nimetlerden yarın hesaba çekileceksiniz.” (Müslim) Ardından da şu ayeti
okudu:
“O gün, muhakkak bütün
nimetlerden hesaba çekileceksiniz” (Tekâsür 8)
“Resûlüllâh (sallallâhü aleyhi ve sellem) vefat ettiğinde, evinde
rafta bir parça arpadan başka bir şey bırakmamıştır.” “Yalnız silahını,
katırını ve bir de vakfettiği bir toprak bırakmıştır.” (Buhari)
Ya Rabb´i sevgilinin
halini kazanamayız. Lakin bu sevgi uğruna bizi onun tattığı elemlerden de
mahrum etme.
Şah-ı Nakşibent (k.s) bu sırra binaen “Allah (celle celâlühû)´ım
ihvanıma zekât verecek kadar çok mal, zekât alacak kadar fakirlik verme” diye dua ederlerdi. Bunun hikmeti ile ihvan-ı
kiramda fazla bir zenginlik zuhur etmedi.
Zenginliğin artmasını malda değil kanaatte
arayınız. Her kolaylığın arkası bir zorluk, her zorluğun arkası da bir
kolaylıktır.
“Fakirlik neredeyse küfür olacaktı” sırrını da unutmamak lazımdır. Fakat
fakirlikteki sabır yine zenginlikten daha emniyetlidir.
“Kim Allah (celle celâlühû) için olursa, Allah (celle celâlühû)´ta onun için olur”
Hadîsi şerifince, kim
kendi nefsinden boşalsa, Hakk onu kendi ile doldurur. Fâniliğini alır,
bakiliği bedel verir.
“Seni fakir bulup zengin
etmedi mi?” (Duha, 8)
Hakiki fakirlik varlığı
boşaltmaktır. Âdem´in kelime manası “yokluk” demektir. Eğer bu yokluk
kabiliyeti insanda olmasaydı halife olamazdı.
Fakirlik “yokluk” mertebesine
ulaşmayan üstün özelliklere kavuşamaz. “Fakirlik övüncüm”dür demesi “bütün
tecelliyatlara mazharım” demektir. Dolu olana Hakk yüz göstermez.
Fakir hiçbir şeyi olmayan değil, manada her
dediği olandır. Manada her dediği olan demek, istek sahibi
olmaktan azade (hür) olmak
demektir.
Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)´in“Allah (celle celâlühû)´ım Sana (iftikâr ile) muhtaç olmak ile beni
zenginleştir, Sen´den müstağni (zenginleşmek) olmak suretiyle beni fakirleştirme” buyurmasına buna delildir.
Fakirlik makamına erişen “Kün” yani “ol”
emrinin himmetine kavuşmuştur. Bu makamın sahibi ise Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)´dir.
“Fakirlik tamam
olduğunda; O, Allah (celle celâlühû)´tır” sözü ile Allah (celle celâlühû)´a kavuşmadan bahsedilmiştir.
------------------------
[1]—Ah! Aşk ve
hallerinden çektiklerime
Kalbim hararetleri ile yandı Allah Teâlâ’ya ve O’nun ayetlerine yemin ederim ki, Gözüm senden başkasına bakmadı.
[2]—Vücudum mübtelâyı derdi hicran oldu baştan ayağa
Bana ağlayın ki, yârin kapsından ayrı düştüm Acep mi dökülse gözümden gözyaşım, böyle mahzundur Ciğerde onulmaz bir derde mübtelâyım ben.
[3]— Hz. Ebu Hureyre (radiyallahü anh) anlatıyor: Resûlüllâh
(sallallâhü aleyhi ve sellem): “Irak'a ölçeği ve dirhemi verilmeyecek. Şam'a
da ölçeği ve dinarı verilmeyecek. Mısır'a ölçeği ve dinarı verilmeyecek.
Başladığınız yere döneceksiniz" buyurdu ve üç kere tekrar etti. Buna Ebu
Hureyre'nin eti ve kanı şahit oldu.” (Müslim)
|
Kalbim
hararetleri ile yandı
Allah Teâlâ’ya ve O’nun ayetlerine
yemin ederim ki,
Gözüm senden başkasına bakmadı.
Bana
ağlayın ki, yârin kapsından ayrı düştüm
Acep mi
dökülse gözümden gözyaşım, böyle mahzundur
Ciğerde
onulmaz bir derde mübtelâyım ben.
[3]— Hz. Ebu Hureyre (radiyallahü anh) anlatıyor: Resûlüllâh (sallallâhü aleyhi ve sellem): “Irak'a
ölçeği ve dirhemi verilmeyecek. Şam'a da ölçeği ve
dinarı verilmeyecek. Mısır'a ölçeği ve
dinarı verilmeyecek. Başladığınız
yere döneceksiniz" buyurdu ve üç kere tekrar etti. Buna Ebu Hureyre'nin
eti ve kanı şahit oldu.” (Müslim)
Ahir zamanda olacak bazı hadiselerden bizleri emniyette bırakacak olan Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve
sellem)´dir.
Hicaz, Mekke, Yemen hastalıktan,
Medine kızıllıktan,
Mısır ve Fas zelzeleden,
Anadolu ve Avrupa kuraklık ve kıtlıktan,
Taberistan, İran´da belalardan,
Irak Beni Süfyan (zalim
kâfir hükümdar)
Bağdat Musul Diyarbakır suya
gark olarak,
Horasan Tatar Kafkasya bulaşıcı
hastalıklardan,
Semerkant´ı Tataristan harap olur.
Kaşkar Hatayî, Keşmir, Kabil Hindistan kâfirleri tarafından; harap
olur.