| |
Onlar affettiler, fakat sen kendini nasıl affedeceksin
Allah Teâlâ’nın işlerindeki hikmeti anlayabilmek çok
zaman almaktadır. Öyle ki olaylar zincirine bakılınca “neden” ve “nasıl”
sorusunu haiz çok cümleler bulunursa da ilim ve irfan arttıkça bu sorular
azalır gider. Mesela; Müslümanların “ilk halife seçimi” konusunda
polemikler çoktur ve farklı mezhep ve meşreplerin oluşmasına tevlid etmiştir.
Bu nedenle hayatımız içinde siyasî meselelerin çözümleri hakkında ekstern
uçların bir tarafında olmaktan hiç kimse hâli olmadığı veçhile manzarayı
umumide Allah Teâlâ’nın adalet sıfatını nasıl tecelli ettirdiğini görmekte çok
zor olmaktadır.
Muhyiddin İbn’ül Arâbi
kaddesellâhü sırrahu’l azîz dört halifenin arasındaki meseleyi kaderî ömür
bazında çözmüştür. Halifelerin hayatlarındaki
uzunluğun etkisinden bahsetmiştir. İmam Gazzâli rahmetullahi aleyhin çözümü ise
aklî ve naklî çözümde bir harikadır. Çünkü aklın bir meselede ki gücü zannî ve
keşfî tevillerden daha fazla müstaid ve muvafık olmaktadır. “Sırr’ül Âlemin”
isimli eserinde buyurdu ki;
[“Eğer Ali kerremallâhü veche
halifelerin ilki olsaydı umulan semereyi vermezdi. Sonra onun dördüncü olması
şerefine bir halellik getirmez. Çünkü rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemde
peygamberlerin sonuncusudur.”] (s.24) [[1]]
Hilmi Oflaz, bir mesele hakkında genellikle şunu
derdi; “Ne oldu ise iyi oldu”; demek ki Müslümanların ilk düştükleri
siyasî meselede zuhur eden olaylar, hayra müstenit olmuştur. Nübüvvetin
nihayetinde başlayan “halifelik kurumu” Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
selleminde işaretiyle 30 yıl içinde neticelenmiş, sonra mülk ve saltanat İslâm
Devletinin yönetim şekli olmuştur. Daha sonraki dönemlerde geçen “halifelik
ünvânı” resmiyet ve politik içerikli mansıp olmadan kendini
kurtaramadığını zaman göstermiştir.
[“Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin amcası Hz. Abbas’a söylediği şu mucizesi de
akıllara durgunluk vermektedir:
«Ey kırk
kralın babası!» bakınız (Mulûk) demiştir de (Halife) dememiştir.. (Bununda
derin ve gayet ince bir anlamı olsa gerek.)] (s.28)” [[2]]
Diğer halifeleri de bu söze kıyas edebiliriz.
Günümüz için bu konudan çıkarılacak sonuçta,
halifeliğin seçimindeki evveliyet ve ahiriyyet üzerine yapılan
yorumlarda haddi aşmanın verdiği sıkıntıdan nasıl kurtulmak gerektiğidir. Eğer
halifelik meselesi bilinen üzere değil de tersi minvalde olsaydı, muhakkak ki
İslâm’ın kaderinde bir Hristiyanlaşma içeriğinin galip olacağını ve bazı önemli
meselelerin nasıl hal olacağı bilemeyeceğimizi düşünmekteyiz. Mesela İmamı Âzam
rahmetullahi aleyh diyor ki,
“Eğer müminlerin emiri Hz. Ali
kerremallâhü vechenin izlediği tavır olmasaydı Muaviye, Amr b. As, Ebu Mûsa
el-Eşarî gibi kebîre (büyük günah) sahiplerinin durumlarını bilemezdik.” (bk. Kadı
Abdülcebbâr; Şerhul-Hamse, Kahire, 1965, s. 138)
Yine bir misal olarak Şiilerin düştüğü gibi Ehl-i
Beyt’ten aktarılan bazı gizli bilgilerin olduğu varsayımları (Cifr) ve olmazsa
olmazları olan Mehdi beklentisi ile karışık durağanlaşan skolastik [[3]] bir düşünce içine çekilme olması kaçınılmaz olacaktı.
Teolojide önderlerin ve sabıkların etkisi ister istemez olduğundan Allah Teâlâ
bu konuda “Muhammed Ümmeti”ne açık
kapılar bırakmak istediğini aşikâr olarak görmekteyiz. Tarihte hak etmediği
halde acılar çekilmiş olsa da, İslâm Milleti ileriye dönük hep bir rahmetin
içine gark oldu ki dünyaya hükmeden imparatorluklar ve devletler kurdular.
Mesela, “Sırr’ül Âlemin” isimli eserde Gazzâli buyurdu
ki;
[Ebû Haizm’in rivayet ettiği bir hadiste sabit olmuştur:
« Ahirette görülecek dâvaların ilki, Hz. Ali
(kerremallâhü veche) ile Muaviye dâvasıdır: Allah Teâlâ, Hz. Ali’nin
doğruluğuna hükmedecek, diğerleri ise Allah Teâlâ’nın dileğine kalacaktır..»
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, Ammar bin
Yasir’e demiştir ki:
«Seni,
azgın bir cemaat öldürecek, İmam’ın (İslâm Liderinin) azgın ve zalim olması
katiyen doğru olamaz.»
Geçmiş meseleler hakkında kaderî bakışı “beşerî”
yönden değil “hakikat” penceresinden bakarsak, şunu görürüz ki, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem ve ehl-i beytinin fedakârlıkları ve acıları ile biz
Müslümanlar dinî ver içtimaî yönden muhafazaya alındığımızdır. Burada bize
düşen eski olayların değiştirilme imkânımızın olmadığını bilmek yanında,
herkesin de hak açısından aynı sevgiyi beslemeye mecbur olmadığını söylemek
gerekir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi ve ehl-i beyt sevgisini
diğer sevgilerden üstün tutmak üzerimize borçtur. Fakat bu
sevgide diğer insanlara karşı zafiyet gösterenlere karşı düşmanlık oluşturacak
bir duruma girmekte vebale sebep olmak gibi bir şeydir. Hz. Ali kerremallâhü vecheyi
sevdiğimiz gibi, Muaviye’yi aynı derecede sevmeye kimse mecbur değildir. Muaviye’nin
dünyalık saltanat için gösterdiği gayretleri de “sahabe statüsü”
içerisinnde ma’zur görmeninde bir mecburiyeti de yoktur. [[5]]
Ancak bu mevzuların temcid pilavı gibi sürekli gün
yüzüne çıkarıp “Ciğerdelen” olmakta fesat ve fitneye sebep olmaktan
öteye gitmemektedir. TV gibi kime hitap ettiği meçhul olan umûmî
kanalizasyonlarda bu konuları halka anlatanların samimiyetinden şüphe
ettiğimizi söylemek mecburiyetindeyiz. İslâm devam ediyor ve edecektir.
Muhakkak Allah Teâlâ kişilerin hak ettiğini hem bu dünyada ve hem de ahirette
ödeyecektir. Bu gerçek bir hakikattir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin
Hakk’a yürüyüşünde Hz. Ebû Bekir radiyallâhü anh mescide geldi;
“Ey insanlar! Kim Muhammed’e
(sallallâhü aleyhi ve sellem) tapıyorsa bilsin ki Muhammed öldü. Kim de Allah’a
tapıyorsa bilsin ki Allah, Bâkî’dir, ölmez.” dedi. Sonra o, şu âyetleri okudu:
“Muhammed ancak bir resuldür.
Ondan önce nice resuller gelip geçmiştir. O ölür yahut katlolunursa sizler geri
mi döneceksiniz? Kim geri dönerse O’na (Allah’a) bir zarar vermez. Allah ise,
İslâm hizmetine şükrü yerine getirenlere mükâfat verecektir.” (Âl-i
İmrân, 144)
İmam
Rabbâni kaddesellâhü sırrahu’l azizin menâkıblarında Muhammed Hâşim-i Keşmî
şöyle anlatmıştır:
"Seyyidlerden bir genç, medresede talebe idi. Onunla arkadaşlık ederdik. Bir gün
ağlayarak yanıma geldi ve başından geçen
bir hâdiseyi anlattı. İmâm Rabbânî nin
büyük bir kerâmetini görmüştü. Dedi ki:
"Hazret-i Ali'ye karşı savaşanları, hele hazret-i Muâviye'yi
sevmezdim. Bir gece senin üstâdın İmâm
Rabbânî'nin Mektûbât'ını okuyordum.
Okuduğum yerde; "İmâm Enes bin
Mâlik buyurdu ki:
"Hazret-i Muâviye'yi,
sevmemek onu kötülemek, hazret-i Ebû
Bekr'i ve hazret-i Ömer'i sevmemek bunları
kötülemek gibidir. Ona söğene, bunlara söğene verilen cezâyı vermek lâzımdır." Yazılı idi.
Bunu okuyunca, canım
sıkıldıve yerinde olmayan bir yazıyı
buraya yazmış dedim. Mektûbât'ı yere attım.
Yatağıma uzandım. Uyudum. Rüyâmda, senin
mürşidin öfkeli ve kızgın bir hâlde yanıma geldi. İki mübârek elleri ile kulaklarımı çekti ve;
"Ey câhil çocuk! Sen
bizim yazdığımızı beğenmiyorsun ve
kitabımızı fırlatıp, yere atıyorsun. Benim yazımı okuyunca şaşaladın ve
inanmadın. Ama gel, seni bir zâta
götüreyim de gör! Resûlullah efendimizin
eshâbını sevmediğin için, aldandığını ondan işit." buyurdu. Beni çekerek,
bir bahçeye götürdü ve kapısında bırakıp
kendisi yalnızca ilerledi. Uzak'ta
görünen büyük bir odaya doğru yürüdü. Orada nûr yüzlü, bir zât oturuyordu. Çekinerek ve saygı
ile o zâta selâm verdi. Önünde diz çöküp
oturdu. Ona bir şeyler söylüyor, beni
gösteriyordu."
Uzaktan bana bakışlarından
benden bahsettiği anlaşılıyordu. Biraz
sonra senin o yüksek üstâdın İmâm
Rabbânî, kalktı. Beni çağırdı.
"Bu oturan zât,
Hazret-i Ali'dir. İyi dinle! Bak ne buyuruyor." dedi. Yanlarına gidip,
selâm verdim.
"Sakın, sakın! Resûlullah efendimizin ashâbına karşı,
kalbinde bir dargınlık bulundurma! O
büyüklerden hiçbirini, aslâ kötüleme.
Aramızda muhârebe şeklinde görünen
işlerimizin, hangi niyetlerle yapıldığını,
biz ve o kardeşlerimiz biliriz!" dedi. Senin hocanın adını
söyleyerek;
"Bu zâtın yazılarına da
sakın karşı gelme!" buyurdu. Bu nasîhatı
dinledikten sonra, kalbimi yokladım. Bu hususdaki tereddüdün ve soğukluğun, kalbimden
çıkmadığını gördüm. Bu hâlimi hemen anladı. Öfkelendi. Senin hocana bakarak;
"Bunun gönlü daha temizlenmedi. Suratına bir tokat indir!" dedi. Şeyh , yüzüme
kuvvetli bir tokat indirdi. Tokadı yiyince, kendi kendime;
"Bunu sevdiğim için onlara düşmanlık etmiştim. Hâlbuki kendisi onlara
düşmanlığımdan bu kadar çok
incinmektedir. Bu hâlden
vazgeçmeliyim!" dedim. Kalbimi
yokladım. Düşmanlık, kırgınlık kalmamış,
tertemiz buldum. O anda uyandım. O
rüyânın, o sözlerin tadı, beni başka
hâle soktu. Kalbimde Allah'tan başka hiçbir
şeyin sevgisi kalmadı." [6]
Onlar affetti bizde susmak düştüğünü biliriz. Fakat yürek kanamaktan beri
olamıyor ki!
Allah Teâlâ bu millete Ehl-i Beyte hizmet şerefi verdiği için ne kadar
şükür eylese azdır.
***
“Birçok uygunsuz işler vardır ki onları görmezlikten
gelip geçerim. Aslında görmezlikten gelmeyip onların üstesinden gelmeğe gücüm
vardır. Fakat İslâmî hamiyyetim bu şekilde hareket etmemi gerektiriyor.”
“Çok kimseler vardır ki gözlerini kaparlar, onların bu
hallerini bilmeyenler kör zannederler. Oysaki insan gördüğü halde bazı işlerin
maslahatı için görmezlikten gelir.”
“Ben nice şeyleri söylemeğe muktedir iken nefsimi
zaptedip söylemem. Oysaki beni söylemekten alıkoyacak veya söylemeğe mecbur
edecek bir kimse yoktur.”
“İnsanların davranış ve huylarından haberdar iken,
nefsimi zorlayarak ve gücümü kullanarak sabretmeğe çalışıyorum.”
“Temiz kalpli ve saf inançlı olan müminler cehenneme
girmezler. Akıllı -olan insanlar, kaderi zorlamağa çalışmazlar.”
“Acı durumlar ve uygun olmayan işler karşısında
istemeyerek sabrettim. Suyun akıp gitmesi ve geriye bir kısmının kalması gibi
hilâfet müddetim az kaldı.”
“Dine aykırı öyle uygunsuz işler gördüm ki Allah’a
iftiradan başka bir şey değildi. Bunlarsaçları beyazlatacak cinstendi.”
“Hem bana ahd ü peymânda bulunarak halifeliğimi kabul
ettiler ve hem de daha sonra verdikleri sözü bozup hile ve kurnazlık yoluna
saptılar.”
“Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’de, müslümanların bana
olan sevgi ve gönülden bağlılığını gerekli kılmıştır.”
“Harun’un Musa’ya kardeş olması gibi ben de Hazret-i
Peygamber’in kardeşi oldum. Benim şöhretim buradan gelmektedir.”
“Beni onlara imam yapmıştır ve Cuhfe’de gölün başında
beni örnek göstermek suretiyle bana uymalarını istemiştir.”
“Benimle, kim denk gelebilir ki İslâm’a ilk girişim,
akrabalığım ve dindeki hizmetlerimle öndeyim.”
“Yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun o
kimseye ki bana zulmederek Allah’ın huzuruna gitmiştir. Kıyamet gününde onun
hesabını görecektir.”
“Yazıklar
olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun o kimseye ki bana itaât etmeyerek kin ve
düşmanlığını ilân etmiştir.”
“Yazıklar
olsun o kimseye ki kötülük yoluna sapmıştır. Hiç bir cürüm ve günahım yok iken
bana düşman olmuştur.”
“Kitabın ortaya koyduğu emirleri bırakıp haramdan
haberdâr olmayanların özrünü kabul etmem mümkün müdür?”
“İmamet ipi Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin
Hakk’a yürümesinden sonra kovaya bağlanan sağlam ip gibi Cenâb-ı Hakk
tarafından bağlandı.”
“Peygamber
hayatta iken itiraz edemeyenler, onun gidişinden sonra verdikleri sözü
tutmadılar.”
“Eğer işleri kendi halinde bırakmış olsaydım, kavmimle
olan antlaşmama muhalefet eder, böylece işler yüzüstü kalırdı.”
“Savaş ateşi parlayınca bana biât edip söz verenler
benden ayrıldılar. Ebû Bekir ve Ömer’e yapmadıkları hileyi bana yaptılar.”
“Hile yoluyla beni aldatan bir güruhtan
şikâyetçiyimdir. Çünkü dünyayı bana kapkaranlık yaptılar.”
“Haksız yere başlatıp iddia ettiğiniz hakkımı elde
ettim. Sıhhatin hastalıktan ayırdedilmesi gibi bu görevin bana ait olduğu
apaçıktır.”
“Açıkça hakkını olduğunu gördüğünüz halde inkâr
yoluna sapmayı seçtiniz. Oysaki siyah ve beyazın birbirinden ayırdedilmesi
gibi bu hak da açıkça ortadadır.”
“Allah’ın kitabı bizim için en büyük şahittir. Hak
Teâlâ ise en büyük kadıdır ve bütün batıl işler bir gün inkıraz bulacaktır.”
“Eğer kazaya rıza gösteriyorsan korkup geri çekilme;
Kılıcımı kınından çıkarmışım, kaçmaman gerekir.”
“Allah’a yemin ederim ki geçen bir şey tekrar geri
gelmez. Zorlama ile bir işin bozulmağı mümkün değildir.”
“İtidal yolunu tutarak ortadan yürümeği tercih ettik.
İfrat ve tefrite itibar etmedik.”
“Perişanlık içinde yaptığım savaşta gûya bize
yardım edenleri birbirine kırdırmışım, kendi burnumu keserek kabilemi heder
etmişim.”
“Ey vâitlere ve verilmiş sözlere kanarak ve
bunlarla mağrur olarak hareket eden kimse, dalâlet yolunun yolcuları hak ve
doğru yoldan saparak yürüdüler.”
“Kulağa
çalınan, sözler ve dünyayı karartan durumların bir tekini o seçkin Peygamber
duymuş olsaydı, razı olmazdı.”
“Sizler, kötü işler işleyen o soyu sopu kesik ile
gözleri ufak kişiyi Hazret-i Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin
kendisinden sonra vasî olarak tayin ettiği ile bir ve eşit tutuyorsunuz. Böyle
bir durumu eğer peygamber duysaydı buna razı olmazdı.”
“Onların
ikisi (Muâviye ve Âmr bin Âs) asker toplamak suretiyle bu kargaşa ye
gürültünün doğmasına sebep oldular. İslâm dinini dünya menfaatleri ile
değiştirerek doğru yoldan saptılar.”
“Başarı gösterirlerse ona Mısır valiliğini vereceğine
söz vermiştir. Şu anda din ile dünyaları zarar ve ziyandadır.”
“Ey Âmr bin Âs, Allah’a ve Resulüne isyan ederek bize
karşı geldin. Şimdilik yetmiş bin cesur ve bahadır asker hazır vaziyettedir.”
“Ey asker
topluluğu ile öç almağa gelen yalancı, eğer maksadın mezarları ziyaret etmekse
benden izin alarak gelebilirsin.”
“Eğer ölmezsem bir kimseyi dost ve aşina kabul
etmeyeceğim. Çünkü onlar İslâm’a aykırı kötü işler yaptılar.”
“Sen ondan sonra cehennem ateşi içinde yan. Bugün sana
zehir ilâcını içireyim ki cezasını göresin.”
“Ey Âmr bin Âs, beni kaçacak zannetme. Eğer beni
öğrenmek istiyorsan Bedir ye Hayber’de savaşmış olanlardan sor.”
“Ben Aliyyim. Beni, bilenlerden sorun. Ondan sonra
savaş meydanına çıkıp savaşmayı, göze alın. Çok geçmeden kaçmaya
başlayacaksınız.”
“Elimde keskin kılıcım ve parlayan kargım vardır.
Bizim koruyucumuz, o tertemiz ve seçkin olan Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellemdir.”
“Amcam Hamza ve kardeşim Cafer’in bize mânevi
destekleri vardır. O Cafer ki cennette yeşil kanatlara sahiptir.”
“Kendisiyle övünülecek Fâtıma benim zevcemdir. Senin
annen ise Hind’ dir. Onlar arasında bir mukayese yapılabilir mi? Girdiği
yuvadan kovulmuş ve iki iş arasında şüphede kalmıştır.”
“Gücü yetmeyen ve iktidarı olmayan insanların acizliği
yüzünden aciz kaldım. Bundan böyle zekâ ve akıl yardımıyla düşmanlarıma galip
gelirim.”
“Bundan böyle arkamdan beni sürüklemek isteyenleri
ortadan kaldıracağım. Dağınık ve ayrı duranları bir araya getirip
toplayacağım.”
“Senin hayatın sayılı nefesler üzerinde kurulmuştur.
Her nefes alışta ondan bir parça eksilmektedir.”
“Kendini feda ettiğin zaman, o seni diriltir. Alay
etmeden seni yürüten odur.”
“Her sabah ve akşam beden yeni nefesler alır verir.
Sabah alınan nefes akşamınkinin aynısı değildir. Öyleyse boş yere nefes tüketip
ömrünü heba etme.”
“Senin dininin suçu nedir ki ona kir ve pası
bulaştırıyorsun. Nefis elbisende, kir mevcut değildir, fakat onu sen
kirletiyorsun.”
“Sen kurtuluş istersin fakat kurtuluşa giden yolda
yürümezsin. Karada hiç geminin yürüdüğü görülmüş müdür?”
“Savaş elbisesi onların değişmeyen yumuşak zırhıdır.
Develerden yedek olanlarını da yanlarına almışlardır. Yataklarından kükreyen
arslanların önünden kaçıp kurtulmak mümkün değildir.” .
“Öyle zannet ki dünya sana itaat etti ve sanki ölüm
sana gelmeyecektir.”
“Sen dünyayı ne yapacaksın. Mezar taşının gölgesi
kadar bir toprak sana kâfidir;”
“Ölüm için kendini sıkı tut! Ölüm pehlivanı senin
yanına geldiği saman sabır göster, sakın kaçma.”
“Ben onun yaşamasını istiyorum o ise benim öldürülmemi
hedef alıyor. Özür dileyen, Murad kabilesinden bazı kimselerdir.”
“Akılları
bozuk ve yıldızlar ilmiyle uğraşanlar beni korkuttular. Merih’in yerine Koç
burcunu koydular.”
“Ona dedim ki hileli olan işlerden dolayı beni
korkutamazsın. Kurnazlıklarını bırak. Benim yanımda Müşteri (talih) ile Zuhal
(talihsizlik) bir-dir.”
“Çeşitli hile ve kurnazlıkları benden def edecek olan
Halik Teâlâ’dır. Benim rızkımı veren O’dur.”
“Zübeyr ile Talha uygun olmayan İşlere giriştiler.
Bunun içindir ki üzüntüyle geçen bu gün bana çok uzun geldi.”
“Allah bilir ki halka zulmetmek için bende hiç bir
düşünce mevcut değildir. Onlar bana haksızlık ettiler.”
“Benim söylediklerimi tebliğ eden ve insanlara bildiren
kimdir? “Bu sözleri Allah’ın elçisi tebliğ etti.”
“Varın
Suhre’nin oğlu Muâviye’ye deyin ki faydası ve yararı olmayan bir şeyi
istiyorsun.”
“Baş başa gelip savaşan ve mücadele edenlerin her
birisi cesur, kahraman ve yiğit kişiler idi.”
“Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem yalnız
bırakıldığı zamanlarda hepsi de ona yardım ettiler ve söylediklerini yerine
getirdiler.”
“Peygamberin ashabı dâima keskin kılıçlar kullanarak
kahramanlık gösterdiler. Kılıçlarının kırılması mümkün değildir.”
“Sen ve
senin babanın İslâm’a girişiniz kerhen olmuştu. Çünkü ikinizin tercih ettiği
yollar kötülükten başka şey değildi.”
“Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem vefât edince ikiniz de eski halinize döndünüz.
Oysaki daha evvel izlediğiniz yol dalâletten başka şey değildi.”
“Savaş bulutları görünmeğe başlayınca ve kılıçlar
parlayınca şimşek ve yıldırımların çakacağı akla gelmektedir.”
“Sen yerde yatarken atlıların senin cesedinin
üzerinden geçmeleri çok uzak değildir. Sür’atle cevelân edip hareket
edeceklerdir.”
“Bâtıl şeyler peşinde koşarak bos yere vakit
geçiriyorsun. Şam’ı at kişnemeleriyle sana zindan yapacağım.”[[7]]
“Ey Hind’in oğlu sen dâima cahil kaldın. Sizin
içinizden cesur ve bahadır olanları öldüreceğim.”
“Doksan bin ok alan ve mızrak batıran askerlerim
öylesine savaşacaklardır ki saldırıları, sahilleri ve dağları kaplayacaktır.”
“Eğer Muâviye ile karşılaşırsam, göz ucuyla bakan ve
bağırsakları büyük olan insanı vurmaktan çekinmem.”[[8]]
“Onu ateşin annesi olan (Ümmü Haviye) cehenneme attı.
Ürüyen köpekler orada kendisine komşu öldü.”[[9]]
“Kötülükleri parça parça terk etmede sabır göster.
Umulur ki bir gün bu kötülüklerin tükendiğini göresin.”
“Birçokları kendi durumunu gizlemek suretiyle ülfet
buldu, insanlara görünürde hoş gelen tarafları izhar etti.”
“Birçok iyi
insanlar kendi dillerini korumak suretiyle cevap vermekten çekindiler. Onların
bu durumu cevap vermeğe yetti.”
“Bu kadar askerin şenin üzerine gelmesi
hakkaniyetledir. Hak gelince batıl ortadan kalkar. Gelecek yıl gelip çatıncaya
kadar şimdilik bu kadar asker kâfidir.”
“Senin askerlerinin bir kısmı arslan gibidir. Bir
kısmı da arslan yavrusu gibi çarpışmaktadır. Parlayan kılıçlarla savaş gününde
muharebe etmektedirler.”
“Düşman safında yer alanlar esir alınınca, ya fidye
vererek kurtulurlar veyahut boyunları vurulur. Sancağın önünde yer alanların
durumu budur.”
“Yalancının hileleri kötü kalplileri perişan eder.
Savaş içinde düşmanın kanını dökerler.”
(Sıffin Savaşı’nda) “Ahbaplarıma birer birer zarar
verdiğini görüyorum. Sanki onlara ebedî âlem için rehberlik görevini
üstlenmişsin.”
“Dımışk (Şam) ehlini bırakarak ayrıldık. Kadın ve
erkeklerden daha çok ihtiyar olanlar geride kaldı.”
“Nice kadınların, süngü batıran avcılar yüzünden
erkeksiz daldıkları görüldü. Birçokları da dul kaldı.”
“Onlar, savaşa giden erkeklerin arkasından ağladılar.
Artık kıyamet günü ne kadar geri gelmeyeceklerdir.”
“Biz öyle savaşçılarız ki bizim süngülerimiz ancak
müstehak olanlara batırılır. Haksız yere kimseyi öldürmeyiz.”
“Allah’a yemin ederim ki zulüm uğursuz ve kötü bir
şeydir. Kötülükte israr eden kimse ise zalimdir.”
“Kıyamet gününde Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna varırlar.
Bütün düşmanlar Allah’ın huzurunda toplanırlar.”
“Kıyamet
gününde Allah’ın huzuruna vardığımızda ben mi zalim miyim yoksa sen mi
zalimsin, bunu öğreneceksin.”
“İnsanlardan lezzet ve zevk duygusu alınacak, dünya
ile ilgili bir endişe ve tasa kalmayacaktır.”
“Geceler büyük bir iş için dönmektedir. Yıldızların
hareketi de yine bu iş içindir.”
“Eski insanların ahvalini gündüz ve gecelere sor ki
onların nişanlarını ve âdetlerini sana haber vereceklerdir.”
“Bu fâni dünyada ebedî kalmak istiyorsun. Birçokları
da aynı şeyi temenni ettiler.”
“Ey yeryüzünün vahşileri, çayırlı ve çimenli yerlerde
otlanınız. Taze etler yemek suretiyle semizlenin.”
“Gaflet içinde bulunuyordun. Hâlbuki ölüm dâima
uyanıktır. Ey uykuya dalmış kişi ölüm için hazırlıklı ol!”
“Yokluğa, mahkûm şeyler peşinde koşuyorsun. Hâlbuki
sen ölüp gideceksin. Dünyada ebedi kalan hiçbir şey yoktur.”
“Yarın olduğunda sevinç gözyaşlarını akıtacağını
zannediyorsun. Hâlbuki gaflet denizinde yüzüyorsun.”
“Ben Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin kardeşi
ve damadıyım. Şehitlerin imâmı ve efendisi olan Hamza benim amcamdır.”
“Câfer-i Tayyâr benîm öz kardeşimdir. Cennette, gece
ve gündüz, melekler arasında uçarak vakit geçirmektedir.”
“Peygamberin kızı benim eşimdir, kendisiyle sükûnet
bulmuşumdur. Etlerimiz ve kanlarımız birbirine karışmıştır.”
“Peygamberin iki torunu benim çocuklarımdır. (Hasan ve
Hüseyin) Sizin hanginizde benim bu yakınlığım gibi bir yakınlık vardır?”
“İslâmiyet’i kabul etmede hepinizden öncelik bana
aittir. Daha buluğ çağına ermeden İslâm dinine girdim.”
“Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem beni sizlere bakmakla görevlendirmişti. Cuhfe’de
gölün başında bunu sizlere ilân etmişti.”
“İçinizden
beni seçerek sizlere takdim etti. Verdiğim hükümlere rıza göstermeniz ve bana
itâat etmeniz gerekir.”
“Dileyen
bu durumu kabul etsin, dilemeyen de hüzün ve kader ile başbaşa kalsın.”
“Hiç kimsenin inkâr edemediği bir kahramanım ben. Hem
savaş ve hem de barış zamanlarında herkes beni tanır.”
“Fakat bir ise teşebbüs ettiğim zaman, kötü kalpli
kimseler hemen karşı çıkıp bana muhalefet ederler.”
(Sıffîn’de) “Eğer bana itâat edilseydi kendi kavmimi
Yemâme veyahut Şam semtine yollardım.”
“Bizim siyah sancaklarımız dalgalanır. Eğer onu
harekete geçirmek gerekirse (Ebû Sasan) Husayn’e haber verilir. O da sancağı
ortaya çıkarıverir.”
“Saffa dahil olan Husayn, ölüm havuzundan kanlar
akmayıncaya kadar arkasını verip geri çekilmez.”
“Savaş esnasında Husayn’ın gayret ve ikrâmdan başka
hiç bir çabasının olmadığını görürsün.”
“Savaşa davet edildiğinde sabır gösterir. Yüksek ses
ve na’ralar yükseltildiğinde, onu tahammülle karşılar.”
“Mezhic pişmanlık duyup geri çekilinceye kadar Akk,
Lahm ve Himyerliler sabır gösterip direttiler.”[[10]]
“Cüzam kabilesi Mezhic kabilesine seslenerek size
yazıklar olsun, zalim olan kimlerdir? dedi.”
“Ehl-i Beyt için de olsa Allah’tan korkmaz mısınız?
Allah’a yakın olanlara değer verilmez mi?”
“Ölümü seçmek suretiyle kendini tehlikeye atanları
Allah mükâfatlandıracaktır. Onlar, ne mutlu ve aziz kimselerdir.”
“Bahsettiğim bu topluluk, Rebiâ kabilesidir (İbn-i
Nizar bin Maadd). Onların üzerine çok sayıda asker gönderilse de dehşetli bir
kahramanlığa sahiptirler.”
“Hind’in
oğluna (Muâviye’ye) kılıç ve ok darbelerini biz tattıracağız. Bizden yüz
çevirmekle düzen ve intizamı bozdu.”
“İbn-i Ziberkan’ı yanına çağırdı. Zu-Kela’ İle
Kureybe’ye sayısız armağanlar verdi.”
“Karanlık bastığında Muâviye, Amr, Numan, Büsr, Malik
ve Havşeb gibi kabile reislerini yardımına çağırdı.”
“Muâviye, Kurzi ve iki oğlunu, Hars, Kayn, Ubeyd ve
Eslem gibi kimseleri izzet ve ikrama boğdu.”
“Benim sağ yanımda bahadır olan Mezhic kabilesi, sol
yanımda da kahraman Vâil kabilesi durur.
“Savaşın merkezi yerinde kendine güvendiğim Mudarr
kabilesi bulunuyor. Hemedan’dan da büyükleri benim yanımda yer almıştır.”
“Arka taraflarda yer alan Ezd kabilesi ulu
kimselerdir, Cenâb-ı Hakk kadîmdir, sonu yoktur.”
“Şibamlıları çağırdım fakat davetime icabet etmediler.
Onların bu davranışı bana ağır geldi.”
“Onlar bilimden uzak, kızgınlığa daha yakındırlar.
Ateşi sönüp te geriye katan bir kör parçası gibidirler. Yıldızları gizlidir.
Yanlarına varılmadıkça görünmeyen çalılar gibidirler.”
“İnsanların en -kötüsü ve yaratıkların en gayretsizi
Kays kabilesinin köleleridir ki burunları yere sürtüle sürtüle burunsuz
olmuşlardır.”
“Hiçbir zaman bir toplumun önünü alamadılar. Kin ve
gururda, hayır ve serde intikam tohumu ekdiler.”
“Bir topluluk içinde onlardan biri çıkmaz ki zulüm ve
haksızlığı göğüslesin veya yerine getirilmesi gereken bir işi yapsın.”
“Atılan ve saplatılan mızraklarla atların kana
boyandığını ve onlara binenlerin de gözlerinin kan çanağına döndüğünü gördüm.”
“Savaş sürerken atların ayağından kalkan tozlar sanki
havada kara bir bulut veya kalın bir toz tabakası meydana getirmişti.”
“İbri-i Hind (Muâviye) Zû’l-Kela, Yahsab, Kind, Lahm
ve Cüzam kabileleri’ nin her birini davet etti.”
“Ben de Hemadanlıları yardıma çağırdım. Derilerimi
dert edinir, bana bir belâ ulaştığında siper ve kalkan olurlar.”
“Onları davet ettim. Bunun üzerine davetime icâbet
ettiler. Hepsi de cesur, atılgan ve kahramandırlar.”
Kaynakça:Hz. Ali kerremallâhü veche Divanı, (trc: Müstakimzade Süleyman
Sadettin) hzl: Şakir DİCLEHAN, 1981, İstanbul.
[1] İmam
Gazzâli-trc: Naim ERDOĞAN Âlemlerin Sırrı [Kitap]. – İstanbul : [s.n.], 1972,
4. Makale
[3]
Skolastik: Hristiyan âleminde, papazların dinî görüşüne ve onların baskısı
altındaki dinî fikirlerine göre yapılan tedrisat usulü.
[5] Muaviye dedi
ki;“ Yüce işleri elde etmek için himmet gösterin! Şüphe yok ki, ben hilâfet
ehli değildim. İstedim, çalıştım ve elde ettim..” (İmam Gazzâli-a.g.e.,
s.154)
[6] İMÂM-I
RABBÂNÎ AHMED FARUKÎ SERHENDÎ Kaddesallahu Sırrahulaziz, evliyalar
Ansiklopedisi
[7] Bu
beyit, Muâviye’nin bir şiirine karşılık olmak üzere söylenmiştir. Muâviye, bu
şiirinde “Ey Ali, beni gafletle uyuyor zannetme. Kûfe’ye varacak ve sana
oraları zindan edeceğim. Belki bu sene ve belki önümüzdeki sene bu fikrimi
gerçekleştireceğim.”
[8] İslâm
tarihinde Muâviye’ye “büyük bağırsaklı” denmesinin nedeni şu olayla
başlanır:Bir gün Hazret-i Peygamber mektup yazdırmak için kendisini çağırtmış
ve birisini üç sefer göndererek haber vermesine rağmen, her üç seferde de yemek
yiyor, cevabını almıştı. Bunun üzerine “doymasın” diye bed-duâ etmişlerdi.
Gerçekten de Muâviye oburluk hastalığına tutulmuş ve Araplar arasında “bağırsakları
geniş Muâviye” şeklinde şöhret bulmuştu.
[9] Ümmü
Haviye deyimi, Kur’an-ı Kerîm’de Muâviye’nin halası olan Ebu Leheb’in karısı
Ümmü Cemile hakkında kullanılmıştır.
[10] Bu
beyit geçmiş savaşları anlatıyor. İslâm’dan evvel kabileler arasında cereyan
eden savaşlar oldukça ilgi çekici bir durumdaydı.
.
Akk,
Maadd bin Adnan’ın biraderidir ki nesli hâlâ Yemen’de devam etmektedir.
Lahm
de Yemen kabilelerinden bir kabiledir. Cahiliyyet döneminde birçok idareci, bu
kabileden çıkmıştır.