|
![]() |
لَبَّيْـــــكَ لَبَّيْــــــــــــكَ اَنْتَ مَوْلاهُ****** فَارْحَمْ عُبَيْداً اِلَيْـــــكَ مَلْجاهُ
“Ey
Allah’ım yüzümü dergâhına sürüp kapına geldim. Gideceğim tek yer ancak senin
ulu dergâhındır. Sana sığınan bir kula merhamet et.”
يا ذَاالْمَعالي عَلَيْكَ مُعْتَمَدي****** طُوبى لِمَنْ كُنْتَ اَنْتَ مَوْلاهُ
“Ey
Kadir-i Zü’l-Celâl olan Allah’ım tek dayanağım ancak sensin, yüksek mertebede
olanların Mevlâsı ve sığınağısın. Hakiki Mâbud olduğunu bilip senin kapına itimad
edenler, mutlu kimselerdir.”
طُوبى لِمَنْ كـــانَ نادِمــاً اَرِق****** يَشْكُو اِلى ذِي الْجَلالِ بَلْواهُ
“Pişmanlık duyarak nefsinden şikâyetçi olan ve yaptığı
kusurların etkisiyle uyumayıp Allah’a yalvaran kişi, mutlu ve bahtiyardır.”
وَ ما بِهِ عِلَّةٌ وَ لا سُقُمٌ****** اَكْثَرُ مِنْ حُبِّهِ لِمَوْلاهُ
“Görünürdeki hastalık ve mânevi
eksikliklerinden hiç biri, insanı, Mevlâ ile olan gizli gönül muamelelerinden
alıkoymamalıdır.”
اِذا خَلا فِي الظَّلامِ مُبْتَهِل****** اَجابَهُ اللَّهُ ثُمَّ لَبَّاهُ
“Gece
karanlığında yalnız kalıp Allah’a yalvaranın duâsını kabul eden ve isteklerine
cevap veren Cenâb-ı Hakk, kulun, “Yâ Rabbi” demesine karşılık “Lebbeyk”
cevabını verir.”
(s.37-39)
********************************
ذُنُوبِيَ اِنْ فَكَّرْتُ فيــــها كَثيــــرَةٌ****** وَ رَحْمَةُ رَبّي مِنْ ذُنُوْبِـــــيَ اَوْسَــعُ
“İşlediğim günahları düşündüğümde
onların haddinden fazla olduklarını görürüm. Fakat Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve
mağfireti benim günahlarımdan daha fazladır.”
فَما طَمَعي في صالِحٍ قَدْ عَمِلْتُهُ****** وَ لكِنَّني في رَحْـــمَةِ اللَّهِ اَطْمَــعُ
“İşlediğim iyi işler dolayısıyla ben
Cenâb-ı Hakk’ın mağfiretini talep etmiyorum. Benim ümidim ancak O’nun rahmet
ve mağfiretidir. Rahmet edenlerin en merhametlisi olan Allah, beni boş
çevirmeyecektir.”
فَاِنْ يَكُ غُفْرانٌ فذاكَ بِرَحْمَةٍ****** وَ اِنْ تَكُنِ الْاُخْرى فَما كُنْتُ اَصْنَعُ
“Eğer gufran ve rahmet zuhur ederse
bu, Cenâb-ı Hakk’ın bir lutfudur. Bunun zıddı meydana gelirse suç ve hata
benimdir.”
مَليكي وَ مَعْبُودي وَ رَبّي وَ حافِظي ****** وَ اِنّــي لَهُ عَبْدٌ اُقِرُّ وَ اَخْشَعُ
“Benim mâbudum, koruyucum, Rabbim ve
melikim Hak Teâlâ’dır. Onun kulu olduğumu ikrar edip ondan korktuğumu ifade
ederim.”
(s.396-397)
**************************
اِلهي اَنْتَ ذُو فَضْلٍ وَ مَنٍّ****** وَ اِنّي ذُو خَطايا فَاعْفُ عَنّي
“Ey Allahım, lutuf ve minnet
sahibisin. Ben ise kusur ve hataya malikim. Beni affına mazhar kıl.”
وَ ظَنّي فيكَ يا رَبِّ جَميلٌ****** فَحَقِّقْ يا اِلهي حَسْنَ ظَنّي
“Ey Allah’ım, lutûf ve ihsanda
bulunacağını ümit etmekteyim. Benim bu iki ümidimi gerçekleştir.”
اِلهي لاتُعَذِّبْني فَاِنّى****** مُقِرُّ بِالَّذي قَدْ كانَ مِنّي
“Ey Allahım, beni azabına duçâr etme.
Meydana gelecek isyan ve hatalardan uzak tutarak kendine yakın kıl.”
فَما لي حيلَةٌ اِلاَّ رَجائي****** بِعَفْوِكَ اِنْ عَفَوْتَ وَ حُسْنِ ظَنّي
“Benim ricadan başka bir çârem
yoktur. Senin affına güveniyor ve senin hakkında hüsn-i zann besliyorum.”
فَكَمْ مِنْ زَلَّةٍ لي فِي الْخَطايا****** عَضَضْتُ اَنامِلي وَ قَرَعْتُ سِنّي
“Birçok
hata ve ayak sürçmelerime pişmân oldum. Bundan dolayı parmaklarımı ısırdım,
dişlerimi kopardım.”
يَظُنُّ النَّاسُ بي خَيْراً وَ اِنّي****** لَشَرُّ الْخَلْقِ اِنْ لَمْ تَعْفُ عَنّي
“Ey Allah’ım, insanlar benim hakkımda
hayır ve iyilik düşünüyorlar. Eğer beni affetmezsen insanların kötüsü olurum.”
وَ بَيْنَ يَدَيَّ مُحْتَبَسٌ طَويلٌ****** كَاَنّي قَدْ دُعيتُ لَهُ كَاَنّي
“Benim önümde uzun bir hapis vardır
(ölüm). Sanki ben şu anda mahpus olup kalmışım.”
اُجَنُّ بِزَهْرَةِ الدُّنْيا جُنُون****** وَ اُفْنِيَ الْعُمْرَ مِنْها بِالتَّمَنّي
“Cihânın güzelliği ile ben divâne
olmuşum. Uzun ömrümü bazı emeller ve temennilerle tükettim.”
فَلَوْ اَنّي صَدَقْتُ الزُّهْدَ فيه****** قَلَبْتُ لَها ظَهْرَ الْمِجَنّي
“Eğer dünyada züht ve takvâyı
gerçekleştirip ve onların peşinde koşmam söz konusu olsaydı, sırtımı onlara
dayar ve kalkan yapardım.”
(s.620-622)
Kaynakça
Hz. Ali kerremallâhü
veche Divanı. (trc: Müstakimzade Süleyman Sadettin, hzl: Şakir DİCLEHAN 1981
İstanbul)
| 

