Ana içeriğe atla

İKBAL’İN ÂLEMLERE RAHMET OLAN RASÛLÜLLAH SALLALLÂHÜ ALEYHİ VE SELLEME HALİNİ ARZ ETMESİ

|


  • Ey zuhuru ile hayata gençlik getiren (Efendim), se­nin tecellin hayat rüyasının tabiridir.
  • Yeryüzü, senin bargâhına[1] saha olduğu için kıymet kazanmıştır. Asuman, senin barigâhının damını öpebildiği için ulvidir.
  • Altı cihet, senin didarının nuru ile aydınlanmıştır. Türk, Tacik, Arap senin kölendir.
  • Bu kâinatın mertebesi senin varlığınla yüksektir. Senin fakrın, bu kâinatın sermayesidir.
  • Cihanda hayat mumunu yaktın, köleleri efendilik mertebesine yükselttin.
  • Sensiz bu su ve çamur âleminin kalıpları hiç bir şeye malik olma­dıklarından dolayı utanç içinde idiler.
  • Senin nefesin, çamurdan ateş vücuda getirince toprak yığınlarını Âdem halinde hayata kattı.
  • Zerre, ay ve güneşin yakasına yapıştı. Yani kendi kudretinin ne derecelerde olduğunu idrak etti.
  • Ben, seni gördüm. Babamdan ve anamdan daha çok sevdim.
  • Aşk, bende bir ateş alevlendirmiştir. Benim canımı yaktığı için Allah ona uzun ömür versin.
  • Ney gibi benim malım mülküm feryattır. O feryat benim viran evimin meş’alesidir.
  • Gizli derdi açıp söyleyememek çok güç. Şarabı şişede gizlemek müşkül.
  • Müslüman, Peygamber sırrından haberdar değil. Bu Kâbe, tekrar puthâne oldu.
  • Her müslümanın koltuğunun altında bir Menât, bir Lât, bir Uzzâ ve Hübel putu var.
  • Bizim şeyhimiz, Birehmenden daha kâfir.. Zira kafasında bir Su­menât [2] taşıyor.
  • Araptan pılısını pırtısını toplayıp göç etmiş, Acemin meyhanesin­de sızmıştır.
  • Acemin uzuvları yeis ve nevmidîden [3]sakatlanmış. Şarabı gözyaşından daha soğuk.
  • Kâfir gibi ölümden korkuyor. Göğsünde diri bir kalbden eser yok.
  • Onun na’şım tabiplere gösterdim. Mustafa’nın huzuruna getirdim.
  • ölmüş idi. Ona Ab-ı Hayattan bahsettim. Kur’an sırlarından bir sır söyledim.
  • Ona Necit dostlarından bir masal söyledim. Necit bahçesinden bir koku getirdim.
  • Meclisi terennüm mumu ile aydınlattım. İslâm kavmine hayatın remzini öğrettim.
  • «Bizi frenk büyüsü bağlamış» dedi. Onun bu mücadelesi frenk ka­nunu yüzünden.
  • Ey Busayriye hırkasını, bana da Selman’ın kopuzunu veren Haz­ret-i Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)
  • Bu yanlış düşünene, kendi elindeki malın kıymetini idrak edeme­yene hakikat zevkini ihsan et.
  • Eğer benim gönlüm, cevhersiz bir ayna ise, sözlerimde Kur’an’ın ahkâmından başka bir şey gizlenmişse,
  • Ey nuru ile asırların, dünyaların sabahım aydınlatan, kalbde olan şeyleri sen elbette görürsün.
  • Düşüncemin şeref ve namus perdesini parça parça et, bu bahçeyi benim dikenimden kurtar.
  • Göğsümdeki hayat pılı pırtısını toplayıp denk yap, İslâm milletini benim şerrimden koru.
  • Benim değersiz ve semeresiz tarlamı yeşertme, bana nisan yağmu­rundan bir katre dahi verme.
  • Üzümümün içinde şarabı kurut, benim şarabıma zehir dök.
  • Beni mahşer gününde rezil-ü rüsva et, beni ayağını öpmekten mah­rum et.
***
  • Eğer Kur’andaki sır incilerini delmişsem, müslümanlara hak söz söylemişsem;
  • İhsanı ile insan olmayanları insan eden, bu sözlerimin ecri olarak bana duan kâfidir.
***
  • Aziz ve Celil olan Allaha yalvar, benim aşkım bütün amellerimde tahakkuk etsin.
·        Sen mahzun canlara devlet ihsan edicisin, din ilminden nasip veri­cisin.     
  • Dünyaya geldiğim zamandan beri benim başka bir arzum vardı. Bu arzu, gönül gibi göğsümde yerleşmişti. Bu arzu, bana hayat sa­bahımdan daha mahremdi.
  • Babamdan senin ismini öğrendiğim anda gönlümde bu arzu ateşi alevlendi.
  • Felek beni ihtiyarlattıkça, hayat kumarında beni harcadıkça,
  • Bu arzu, daha gençleşiyor, bu eski şarab, daha ağırlaşıyordu.
  • Bu arzu, benim tıynetimin içinde bir incidir. Gecemde yalnız bu yıldız parıldar.
  • Bir zaman lâle yanaklılarla meşgul oldum: kıvırcık saçlıların sev­dasına düştüm.
  • Ay yüzlülerle şarap içtim, huzur ve afiyet mumunu eteğimle sön­dürdüm.
  • Elde ettiğim mahsulün etrafında şimşekler raksetti. Gönlümün kervanını eşkıya talan etti.
·    Lâkin bütün bunlara rağmen canımın şişesinden bu şarab dökül­medi. Bu halis altını elimden çıkarmadım.
  • Aklım put yapan bir Azer’e benziyordu. Beline zünnar bağladı. Canımın mülkünde onun yaptığı putlar hükümrandı.
  • Senelerce şüphe tuzağına düştüm. Kuru beynimden bu şüpheyi bir türlü koparıp atamıyordum.
  • Karanlığım Hak nuruna, gecem şafak nuruna yabancı idi.
  • İlm-i yakin’den bir harf okumamış, felsefenin şüphe diyarında kalmıştım.
  • Buna rağmen bu arzu gönlümde sadef içinde inci, gibi yerleşmiş duruyordu.
  • Nihayet bu arzu, gözümün kadehinden damladı. Gönlümde nağ­meler yarattı.
  • Ey canımda kendisinden başka hiç bir şey mevcut olmayan, eğer emredersen bu emelimi açıklayayım:
  • Hayatımda dinî amellerin ecir ve sevabı olmadığı için bu emel bana yakışmıyor.
  • Onu açıklamaktan utanıyorum. Lâkin senin şefkatin bana cesa­ret veriyor.
  • Senin merhametin bütün dünyaya şamildir: istiyorum ki Hicaz­da öleyim.
  • Kalbinde Hakk’tan başka bir şey bulunmayan müslüman ne zama­na kadar puthanede zünnar bağlayıp kalacak ?
  • Onun ömrü sona erdiği zaman, cesedini bir kilisenin kucağına defnederlerse yazık olur.
  • Eğer benim vücudumun zerreleri senin kapından dirilir ve mah­şer hayatına katılırsa bu gün ne kadar bedbaht isem yarın o de­rece bahtiyar olurum.
  • Senin bulunduğun şehir ne mübarek bir şehirdir. Senin mübarek vücuduna istirahatgâh olan toprak ne bahtiyar topraktır.
  • «Orası benim yârimin meskeni, şahımın memleketidir. Âşık in­dinde vatan sevgisi budur.»
  • Bahtımın yıldızını aydınlat ta bana duvarının gölgesinde bir me­zar ihsan et.
  • Ta ki orada gönlüm huzura kavuşsun. Bu perişan cıva zerrelerine benzeyen varlığım bir derlenip toplansın.
  • Feleğe diyeyim ki : «Bak benim huzur ve rahatıma; hayatımın başlangıcını gördün; sonuma bir bak.»[4]

·        Ey âlemin vücudunda can gibi olan, sen bizim canımızsın; bizden kaçıyorsun.
·        Hayat udundaki nağme, senin feyzindendir. Senin yolundaki ölü­mü, hayat kıskanır.
·        Gene bu nâşâd gönlü huzura eriştir; gene sinelere gir ve onları bir mamure haline getir.
·        Gene bizden ar ye namusu iste, al. Ham âşıkları daha olgun hale gelir.
·        Biz kaderden şikâyet edip duruyoruz. Senin değerin çok yüksek; biz ise fakiriz.
·        Bu fakirlerden güzel yüzünü gizleme; Selman ve Bilâlin [[5]] aş­kını ucuzca bize sat.
  • Bize uykusuz göz, bitkin bir gönül ver. Gene bize cıva yaradılışı ver.
  • Açık âyetlerinden gene bir âyet göster. Düşmanların boyunlar “huzu” ve “huşu” içinde bükülsün.
  • Bu saman çöpünü bir yanar dağ haline getir. Bizim ateşimizle Hak­tan gayrı olan şeyleri yak, mahvet.
  • Bu kavim, birlik ipini elden kaçıralıberi bin bir müşkile düştük.
  • Biz yıldızlar gibi perişan, dağınık bir haldeyiz. Aynı yolda arkadaş olduğumuz halde birbirimizin yabancısıyız.
  • Bu yaprakları tekrar bir şirazele;[6] tekrar muhabbet âyinini tazele. Bizi gene o hizmete memur et.
  • Kendi işini âşıklarına tevdi et. Yola düşenlere selâmet menzilini ihsan et, İbrahim’in imanının kuv­vetini ihsan et. [7]


[1] Bargâh: İçine izinle girilen yer, otağ, yüksek divan.
[2] Sümanat:(C.: Sümâni-Sümâniyât) Bıldırcın kuşu. (Kuş Beyinli)
[3] Nevmidî: Ümidsizlik, cesaret kırıklığı.
[4] Kaynak: İkbal,Rumuz-u Bîhodî(Benlikten Geçmenin Remizleri), trc. A.Nihat Tarlan,1958, İstanbul, s.58-60
[5] Selman-ı Farsî ve Bilâl-i Habeşî radiyallâhü anhüm
[6] Şiraze: Ciltçilikte, kitap yapraklarını düzgün tutmaya yarayan ince örülmüş şerit.  
[7] Kaynak: İkbal,Esrâr-ı Hodi( Benliğin Sırları), trc. A.Nihat Tarlan,1958, İstanbul, s.65

Benzer Yazılar