| |
بسم اللَّه الرحمن الرحيم
سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ
لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا
حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Matla'-i
nûr-i ilâhîdir yüzün yâ Mustafâ
Cümle
vahy-i âsumânîdir sözün yâ Mustafâ
Leyle-i
mi'râcda buldun çün makâm-ı kurb’a râh
Âşikâre
gördü Allah'ı gözün yâ Mustafâ
Âsumân-ı
vahdetin mâhı Muhammed Mustafa
"Lî
meallah" mülkünün şâhı Muhammed Mustafa
Sensin ol
rûşen-serây-ı Hakk'ı pürnûr eyleyen
Leyle-i
mi'râcın dergâhı Muhammed Mustafa
Ecille-i
Ricâl-i Kâdirîyye ve Üveysîyye’den Es-Seyyîd Eş-Şeyh Osman Nûreddin-i Şems
Kuddise Sırrahu’l Âli Hazretleri
(Velâdeti:23 Mart 1814 Çarşamba İstanbul Bâb-ı Âlî- İrtihâli:27
Aralık 1893 Çarşamba Üsküdar-Selîmiye)
----
Ecille-i Ricâl: Fazilet, ilim ve rütbe itibariyle daha yüksek
olanlar. Büyükler
“Receb-i şerifin 27.
gecesi Mi’râc-ı Muhammedî ile’l-makâmi’l Mahmûdi’l ahadîdir. Ta’zîm ve tefhim
lâzımdır. Harâmeyn ehli kemâl mertebede ri’âyet ederler.”
Ma’lûm
ola ki Receb-i Şerifin on ikinci gecesi ehl-i Medine Hz. Seyyidinâ Hamza
(radiyallâhü anh)’nın (‘amm-i Resûldür-Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selemin
Amcası) Medîne-i Münevvere’ye bir buçuk sâ’at mesâfede Cebel-i Uhud kurbunda
müstakil bir türbe-i şerifleri civârında çadırlar kurarlar, şenlikler ederler.
Hz. Hamza’yı ziyâret ederler. Receb’in 23’ünde Mekke-i Mükerreme’den Recebeyn
kâfilesi de gelir. Ve etrâftan gürûh gürûh urbân cem olur. Medîne-i
Münevvere’de üç gün üç gece bir cem’iyyet olur ki Hac vaktindeki kalabalıkdan
ziyâdedir.
Medîne-i
Münevvere inil inil inler. Hecinler ile evlat ve ıyâli beraberinde Yemen’den,
Tâ’if’ten, şarktan, Yanbu’dan daha nice kabâ’il [kabileler] gelir. Her birinin
gözlerinden yağmur gibi yaş akarak ve kasâ’id okuyarak ve “es-Salâtu ve’s-selâmu ‘aleyke yâ
şefi’a’l- muznibîn yâ Resûlallâh el-emân. (Salât
ve selâm üzerine olsun ey günahkârların şefaatçisi, ey Allah’ın Resûlü emân
ver.)” diye feryâd ve figân ederek Harem-i Şerife dâhil olup yüzlerini
sürerek huzûra varır. Ve atebe-i sa’âdete sarılıp bir mertebe bükâ ederler ki
insân mütehammil değildir. Bir adamın kalbi taş gibi olsa yağ gibi erir. Bu
üslûb üzere üç gün üç gece Harem-i Şerifin içinde halka halka huzûra karşı
otururlar, içlerinden birisi elhân-ı ‘Arabî [Arabî Lâhnlar, nağmeler, besteler,
ezgiler.] ile medh-i Resûle başlayıp bir miktâr okuyarak yine başlarlar.
Cümlesi bir ağızdan bükâ ederek
“Merhaben bike yâ Muhammed!
Merhaba,
merhabâ fi merhabâ,
yâ hilâl hel min vâdi’l-kubbâ
yâ men ezhara’d-dîne ve nebâ”
diye
niyâz ve tazarru’ ve istirhâma başlarlar. Harem-i Şerifin içinde hâzır
olanların vücûdları bilâ-ihtiyâr lerze-nâk [titreyerek sallanarak] olup her bir
mûyu [saç ve tüyleri] ok gibi libâsından dışarı çıkacak gibi olur. Gözlerinden
akan yaş ta’bîr olunamaz ve kimse tâkat getiremez. Herkes mehbüt olur. Üç gün
üç gece bu hâl üzere geçer. Dördüncü gün akşamı ki mi’râc gecesidir. Ba’dehu
salâtü’l-‘asr (bâbu’r-rahme) o günde huzûra karşı bir kürsî konulup, mu’cize-i
Nebeviyye ve mi’râc-ı Muhammedîyi mübeyyin manzûmeler kırâ’at olunur. Cümle
eşrâf-ı belde hâzır olurlar. Harem-i Şerifin içi dışı ve meydân bir dolar ki
iğne atsan yere düşmez. Güneş gurûb edinceye dek salât ve selâm ile ve bu
sûretle vakit geçirilir.
Bir
mehâbetli meclis olur ki vasfa gelmez. O gece tâbe- sabah ‘ibâdet ile imrâr-ı
vakt edilir. Şafak vakti salât-ı fecri edâ ederler. Hecîn [hızlı yürüyen
develer] ile gelenler yine hecinlerine süvâr olup “el-vedâ ya Muhammed el-vedâ'” diyerek tazarru’ ve niyâz
ederek kasideler okuyarak giderler. Kâfile kâfile herkes dağılır.
Memleketlerine azîmet ederler. Ertesi gün Medîne-i Münevvere tenhalaşır. Elsine-i
Arab’da [arap lisanında] buna “Hacc-ı Nebî” ta’bir ederler.
Cenâb-ı Hak kalbimizde ‘aşk-ı Resûlu’llâhı ânen-fe-ânen müzdâd [Ziyâdeleştirilmiş] buyursun. Âmîn.
“O gece ibâdet yüz senelik ibâdet
yerinedir.” diye
hadîs-i şerif vardır.
O
gece bir kimse on iki rekat namâz kılsa, her iki rek’atde bir ku’ûd ve teşehhüd
edip hamide ve mecîde varıp, selâm vermeksizin kalkarak sübhâneke ve
e’ûzu-besmele ve Fâtiha ve sûre kıraat edip, nihâyet on ikinci rek’atde selâm
verirse ba’dehû [sonra] yüz kerre
“Subhâne’llâhi ve’l-hamdu li’llâhi
velâ ilâhe illa’llâhu va’llâhu ekber velâ havle velâ kuvvete illâ
bi’llâhi’l-‘aliyyi’l-‘azîm.”
deyip,
yüz defa da estâğfirullâh dedikten sonra salavât-ı şerife
getirse ve ertesi gün sâ’im olsa ne hâceti varsa revâ ola. Meğer murâdı
ma’siyyet ola revâ olmaya, hadîs-i şerif vardır.
Bu
on iki rek’at namâzın mi’râc gecesinde bir selâm edâ olunmasının sırrı şudur
ki:
Mi’râc, zât-ı Ahadiyyete vuslat makâmıdır. O vuslat on iki
dâire ile olur. On iki rek’at olmasına sebeb budur. Cümlesinin bir selâm
ile olmasının sebebi cümle merâtibi kat’ edip Hakka vuslat eden kimse
cem’ü’l-cem makâmındadır. Cem’u l-cem’ makâmı vahdet makâmıdır. Cümle kesret
bir olmuştur. Onun için bir selâm oldu.
Ve
ertesi günü savmın sırrı budur ki: Ol makâm cemi-i mâsivâdan imsâk makâmıdır.
Duanın kabûlünün sırrı: Makâm-ı Ahadiyyete kadem
basan kimse gavs-ı a’zam-ı Hakk’ın harem [ü] hâricinde merhûm ve muhterem olup
bir du’âsı red olmasa gerek. Recebin 27. gecesi bu namâzı kılan ve bâ’dehû
sâ’im olan kimsenin duâsı makbul olmak lâzım gelir.
Gel alem-i manâya
Mi’râc edegör mi’râc
‘Azm eyle ev ednâya
Mi’râc edegör mi’râc
Var ol ulu dergâha
Er kurb-ı şehenşâha
Her demde sen Allah’a
Mi’râc edegör mi’râc
Hak cezbesin aşıklar
Bu yolda Burâk eyler
Buldunsa o hâli ger
Mi’râc edegör mi’râc
Bu alem-i ferşi ko
Ol ‘âlem-i ‘arşı ko
Bas ayağını yâhû
Mi’râc edegör mi’râc
Tut da’vet-i Rahmânı
Gir yoluna bul anı
Ko Hakkı ten ü cânı
Mi’râc edegör mi’râc