Rasûlüllah Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem Efendimize Getirilen Salâvatla Cennetteki Makamlar Neden Artar?
![]() ![]() ![]() ![]() |
Abdülâziz Debbağ
kaddesellâhü sırrahu’l azîze sordum, dedim ki:
— Efendim, neden
cennetteki makamlar Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize getirilen
salâvat-ı şerife ile artar da tespih ve benzeri zikirlerle artmaz?
Şu cevabı verdi:
— Çünkü cennetin
aslı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin nûrundandır. Çocuk
nasıl babasına içten bağlılık duyar ona müştak olursa, cennet de Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin nûruna öylesine müştaktır. Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem anıldığında cennet bu zikri işitince âdeta çırpınıp
ona doğru uçmak ister. Çünkü o nurun suyuyla sulanır.
Şeyhim bu cevabı
verdikten sonra yemine iştiyak duyan bir hayvanı misal olarak verdi ve şöyle
buyurdu:
Hayvan yemine çok
istek duyuyor, kendisine arpa ve benzeri yem getiriliyor, bu sırada o hayvan
olduğundan çok daha aç bir vaziyettedir. Yemin kokusunu alınca ona doğru
süratle yaklaşır, yem ondan uzaklaştırılınca da peşine takılıp ulaşıncaya kadar
takip eder. Cennetin çevresinde bulunan melekler de böyledir, onlar de
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin zikriyle meşgul olurlar, Ona
salât ü selâm getirirler. Cennet de bu zikre son derece iştiyak duyar, ona
doğru yürür ve her cihette bu zikir bulunduğu için genişlemeye başlar. (İşte cennetin
artması, onun böylece genişlemesi demektir). Eğer bu konuda Allah'ın irâdesi
ve engellemesi olmasaydı cennet, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Efendimiz hayatta iken dünyaya çıkar ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem nereye giderse o da onunla
birlikte olurdu. Ne var ki Allah onu dünyaya çıkmaktan men'etmiştir, tâki gayz
yolu üzere Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize iman edilmiş ola.
Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem Efendimiz ve O'nun ümmeti cennete girdiğinde cennet onlarla
ferahlık duyar ve onlar için genişledikçe genişler. Öylesine bir sevinç duyar
ki bunu sınırlamak mümkün değildir. Diğer peygamberler ve onların ümmetleri
girdikleri zaman ise cennet bir çeşit büzülür kalır. Bunun sebebi sorulunca şu
cevabı verir:
“Ne ben sizdenim,
ne de siz benden...” Diğer ümmetlerin peygamberleri Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Efendimizden istimdat etmeleri sebebiyle bir ayırım meydana gelir.
“Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize getirilen salâvat-ı şerife herkesten kesin
olarak makbul tutulur.” diyenlerin bu iddiası hakkında şeyhimden işittim, şöyle buyurdu :
— Şüphe yok ki
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize getirilen salâvat-ı şerife
amellerin en üstünüdür. Hem salâvat, cennetin çevresindeki meleklerin zikridir.
Bu salâvatın bereketiyledir ki melekler her defasında Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellemi andıklarında cennet artar da artar, genişler. Melekler de bir
an olsun onu anmaktan boş kalmazlar; böylece cennet de durmadan genişler. Onlar
bir nev'i cenneti çekip dururlar, cennet de onların arkasından akıp gider,
durmadan genişler. Sözü edilen melekler tesbihlere geçinceye kadar bu hal sürüp
gider. Ama melekler de, Cenâb-ı Hak cennet ehline cennette tecelli edince ancak
salâvattan tesbihe geçiş yaparlar. Cenâb-ı Hak cennet ehline tecelli ettiğinde
melekler bunu müşahede edince artık tesbihe başlarlar ve cennet de yerinde
durur, artık genişlemez. Eğer o melekler yaratıldıkları zaman tesbihe
başlasalardı cennet genişleyip artmazdı. İşte cennetin bu kadar genişlemesi
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin bereketiyledir.
Yapılan her
salâvatın mutlaka kabul olunacağını kestiremeyiz. Ancak tertemiz
zattan, temiz bir kalpten yapılan salâvat mutlaka makbuldür. Çünkü salâvat-ı
şerife tertemiz zattan çıkınca gösteriş, kendini beğenmişlik gibi
hastalıklardan uzak ve sade olarak çıkar. Bu tür manevî hastalıklar çoktur, ama
tertemiz olan zatta bulunmaz, temiz bir kalpte de yeri yoktur. İşte hadîs-i
şeriflerde:
“ KİM LÂ İLAHE
İLLALLAH DERSE CENNETE GİRER” mealindeki sözün manası budur. (Buhari)
Şöyle ki: Bunu
söyleyen zat tertemiz olur, kalbi de temiz bulunursa, o takdirde bunu her türlü
riyadan uzak ihlâs üzere söylemiştir. Bununla beraber yegâne hükümran olan
Allah Teâlâ'nın satvet ve kahrına, kulun kalbinin Onun iki parmağı arasında
bulunduğuna ve bu kalbi dilediği gibi çevirdiğine, kötü amellerini ona
süslediğine, o kadar ki bu hâlinin kendisi için en uygun hal bulunduğunu zannetmesine
baktığında, anlarsın ki, Allah Teâlâ'nın düzeninden ancak dünya ve âhirette
zarara uğrayanlar güven içinde kendini hissedebilir (vurdum duymaz olur).
(Salih kullar ise Hakk'ın düzenini hatırlar ve kendi bulunduğu hâlin uygun
olduğunu sanmaz, daha iyi olmaya çalışır). Allah Teâlâ daha iyisini bilir.
Ahmed bin Mübarek
diyor ki:
Şeyhimizin
salâvat-ı şerifenin kabul olunması hakkındaki sözlerinde hiçbir şüphe yoktur. Nitekim bu birinci
mesele hakkında sâlih âlimlerden Seyyid Muhammed bin Yusuf Es- Sünûsî (Allah
ondan razı olsun) den sorulmuş, soran şöyle söylemiş:
“Fukahâdan bazısı,
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize getirilen salâvat herkesten
makbuldür ve her hâl ü kârda reddolunmaz,” demişlerdir.
“Siz bu hususta ne
buyurursunuz?” Bu soruya Es-Sünûsî Hazretleri şu cevabı vermiştir:
— Şâtibiyye
şârihi Ebû İshak da böyle bir soruyla karşılaşmıştır. Eğer salâvat getirenin
mutlaka salâvatının kabul olunduğunu kestirip atarsak, o kimsenin hüsn-i hatime
(ömrünün sonunun iyi hal üzere kapandığı) üzere bulunduğunu da kestirmek
gerekir. Hâlbuki bir adamın ömrünün sonunun iyi veya kötü olacağı meçhuldür, bu
hususta âlimlerin ittifakı vardır.
Böylece Şeyh
Muhammed bin Yusuf bu konuda iki müşkülün bulunduğuna dikkati çekmiştir ve
bunları birer cevapla cevaplandırmaya çalışmıştır. Gerçekte ise bu iki müşkül
bir takım ihtimallerdir, akla dayanmaktadır, şeriatta delili yoktur. O halde
bilinmeyen bir kabul babında bu iki müşkül kabul olunmaz, ancak şeriat yönünden
bilinirse kabul olunur.
Birinci Cevap:
Salâvatın kabul
olunmasının manası, Cenâb- ı Hak salâvat getiren kimsenin hüsn-i hatimesine
hükmetmişse, kader çizgisini öyle hazırlamışsa, o takdirde Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize vermiş olduğu salâvatın sevabını makbul
bir ölçüde bulur. Bunda hiç şüphe yoktur. Çünkü Allah Teâlâ'nın fazl u keremi
sonsuzdur. Ama diğer iyilikler böyle değildir, çünkü onların kabul olunacağına
dair bir güvence yoktur, sahibi iman üzere bile ölse. Bu cevap üzerinde durmak
gerek. Çünkü böyle bir ayrım tevkifidir, ancak şeriat ile bilinebilir. O halde
böyle bir ayrımın doğru olduğuna dair şeriatta bir nass bulmak ve bu hususta
üstün gayret sarf etmek lâzımdır. Eğer böyle bir nass bulunursa mes'ele
halledilmiş sayılır. Bulunmadığı takdirde aklî yoldan yürümekle şer'î
mes'eleler çıkarmak, şeriatta olmayanı akıl ile ortaya koymak şeriata müdahale
sayılır. Aklın şeriata dahli olamaz.
İkinci Cevap :
Salâvatın kesinlikle kabul olunmasının manası
şudur: Salâvat eğer sahibinden Resûlüllah'a olan sevgiyle çıkarsa, o takdirde
onun kabul olunduğu kesinlikle söylenebilir. Sahibi âhirette bundan yararlanır.
Bu yararlanma azabın hafiflemesi şeklinde olsa bile.. Eğer Cenâb-ı Hak ebediyen
azâbda kalması hususunda bir hükümde bulunsa bile yine de hafifleme söz konusu
olabilir. Şeyh Sünusî bu cevabı belirttikten sonra Ebû Leheb'in
durumuyla kıyas yapıyor. Şöyle ki: Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Efendimizin doğruluğunu müjdeleyen cariyeyi hürriyetine kavuşturması sebebiyle
ebedî azab içinde kalmasına rağmen her pazartesi bu sebeple azabı hafiflemiş
oluyor. Tabii bir sevgiyle yararlanma meydana geliyorsa, mü'minin varlık
âleminin efendisi Muhammedi (sallallâhü aleyhi ve sellem)i sevmesinden nasıl
bir yararlanma meydana gelmez?
…..
Hafız Süyûtî
Ed-Dürerü'l-Müntesire Fi'l-Ahâdîsi'l-Münteşire adlı eserinde:
“Ümmetimin amelleri
bana arz olundu; onlardan makbul ve merdud olanlarını buldum, ancak bana olan
salât müstesna” mealindeki hadîs üzerinde açıklama yaparken diyor ki: Bu hadîsle ilgili
herhangi bir senedi tesbit edip bulamadım. Temyizü't-Tayyib Minel-Habisi Fîmâ
Yeduru Alâ Elsinetin Mine'l-Hadîs kitabının sahibi ise şöyle diyor:
“Her amelde makbul
ve merdud olanı vardır, ancak bana getirilen salâvat müstesna. Çünkü o
makbuldür, merdud değildir.”
İbn Hacer bu hadîs
için “zayıftır” demiştir. Seyyid Semhurî, El-Gammaz alâ'l-Lemmaz adlı kitabında,
yukarıda belirttiğimiz hadîs üzerinde tahlilde bulunurken İbn Hacer'in bu
hadîsin zayıf olduğunu kaydetmiştir. Et-Temyîz kitabının sahibi de bu hadîsin
hadîs olmayıp Ebu Süleyman-ı Dârânî'nin sözü olduğunu söylemiştir. Gazali bu
hadîsi İhya adlı eserinde merfu' olarak belirtmiştir. Şeyhimiz ise,
“Ben böyle bir
hadîse vâkıf olamadım, Ebû Derdâ Hazretlerine aittir,” demiştir. Ebû
Derdâ'dan yapılan rivayete göre şöyle demiştir:
“Allah'tan bir
hacetinizin yerine getirilmesini istediğiniz zaman, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi
ve sellem Efendimize salâvat ile başlayın. Çünkü Cenâb-ı Hakk kendisinden iki
hacet istenildiğinde birini yerine getirmekten, diğerini de reddetmekten çok
daha keremli ve merhametlidir.” Yâni her iki isteği de kabul buyurur. (Salâvatı herhalde kabul
edeceğine göre onunla birlikte diğer hacetin de yerine getirilmesine imkân
verip onu da kabul eder.) [1]
İşte sen bu rivayet
ve delilleri anladığın takdirde, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize
getirilen salâvatın mutlaka makbul olmadığını öğrenmiş olursun. Evet, kabul
olunması daha çok umulur ve zan babında bunun daha çok medhali vardır.
(Söylenecek çok söz vardır.) Allah Teâlâ daha iyisini bilir.
Kaynak: Abdülaziz
Debbağ trc: Celal YILDIRIM Kitab'ül İbriz [Kitap]. - İstanbul: Demir Yayınları,
1979. – 2.Cilt, c.II, s.507-513
[1] Şeyhimizden
maksadı, El-Makasidü'l-Hasene sahibi Ebûlhayr Şemsüddin Muhammed bin
Abdurrahman bin Muhammed es-Sahavî'dir. Seyyid Semhurî'nin hadîste şeyhidir.
Benzer Yazılar
- SALÂT Ü SELÂM VE SIRLARI
- Sevgilimi Sevenler Salat Ederler
- Rasûlüllah Sallallâhü Aleyhi Ve Selleme Salât u Selâm Ve Fazîletleri
- Ne Suretle Salâvât-ı Şerîfe Getirilmelidir?
- İbrâhim-i Dessûkî (Kaddasallahu Sırrehu)'nun Salâvâtı
- Rasûlüllah Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem Efendimize Getirilen Salâvatla Cennetteki Makamlar Neden Artar?
- Şemail Muhammediye