Ana içeriğe atla

RASÛLULLÂH Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem NÛRLARIN NÛRU, SIRLARIN SIRRIDIR

|


Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, en yüce mazhar, en parlak berzahtır.
O, nûrların çıkış yeri ve sırlar madenidir.
O açan ve kapatandır.
Kâmil sûrette yüce makâmlar sahibidir.
Âlemlerin Rabbinin Resûlü ve evvelkilerin ve sonrakilerin efendisidir.
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme, âline ve bütün ashâbına Allah salât ve selâm eylesin.
O nûrların nûru, sırların sırrıdır. Rabbânî sırlar ona iner.
İlâhî mârifetler ondan alınıp öğrenilir.
Zâhir ehli, zâhirlerini ondan almış, bâtın ehli de bâtınlarını ondan almışlardır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Âlimler nebilerin vârisleridir.” Onların kadr-ü kıymeti, mahir oldukları bu miras oranındadır.
Miras­ları da sahip oldukları nûr oranındadır.
Nûrları sahip oldukları fetihleri oranında, fetihleri de kalplerinin safâsı oranındadır.
 Kalplerinin safâsı da Rabb’lerine olan mârifetleri oranındadır. Rabb’lerine olan mârifetlerine gelince bu da önceden sahip ol­duğu sevgisi oranındadır.
Şu kadar var ki, bâtın âlimleri bu mirasa daha müstahak ve daha lâyıktırlar. Onların O’na olan intisâpları daha yakın ve daha yücedir. Çünkü onların ilmi onlarda haşyet meyda­na getiriyor, bunu da azâmet sarıp sarmalıyor. Onların sahip olduğu mirasın hakîkati, miras bırakılan şeyin, sahibi tarafın­dan miras olarak bırakıldığı andaki hâl ve sıfat üzere mirasçıya geçmesidir.
Beraberinde haşyetin bulunmadığı ilmin sahibi kimse, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin mirasına vâris olmaya ehil ve lâyık değildir. Şöyle buyurmuştur:
“Âlimler peygamberlerin vârisleridir.”  Yani Allah’ı bi­len âlimler... Çünkü Allah’ı öğreten ilim, insanda Allah’a karşı huşû ve haşyet meydana getirir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğin­ce) korkar.” Fâtır, 28
Salâh, şahâdet. velâyet, sıddîkiyet ve kutbiyyet silsilesi, geniş en yüce berzah olan Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemden bugü­nümüze kadar hâlâ gelmeye devam etmektedir. Allah, yere ve içindekilere tek başına vâris olacağı güne kadar gelmeye de devam edecektir. Allah vâris olanların en hayırlısıdır.
Şeyhimiz Ebû’l-Abbas’ın, Allah’ın:
“Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz.” Bakara, 106  âyeti hakkında şöyle demiştir: Yani biz bir velîyi vefât ettirirsek, muhakkak ondan daha ha­yırlısını veya onun benzerini getiririz.
Onu etbâ  (Etbâ: Tâbiuna tabi’ olanlar. Tabiûndan sonra gelen nesil.) silsilesine ulaştıran ve kalbinden perdeyi kal­dıran bir üstâdı olmayan herkes bu ilimde, sokakta bulunup da babası belli olmayan kimseye benzer. O kişi, nesebi bilin­meyen kimse gibidir. Şâyet onun nûru varsa, bu durumda hâli ona baskın gelir. Onun genel hâli, Allah’tan kendisine gelenleri fark etmek ve görmek biçimindedir. Uslandırma ve ıslah yöntemi, onu iyi bir kimse hâline getirmez. Terbiye ve huy kazandırma çalışması, onun dizginlerini alıp onu belli bir yöne doğru götürmez.
Üstâdımız, bu ilimde imamımız ve örneğimiz, zamanının biriciği, döneminin allâmesi, ariflerin sancağı, mehdilerin kut­bu, hakîkatin yüceliğini ortaya çıkaran, maneviyâtın temel pren­siplerini açıklayan biriydi. İsimleri, harfleri ve daireleri bilen, zâhir ve sırlar ilmine aynı anda sahip olan, seyyidimiz, mevlamız: Şihabüddin Ebû’l-Abbas Ahmed b. Ömer el-Ensârî el-Mürsî eş-Şâzelî’dir. Allah onun ruhunu kutsasın ve nürlandırsın. İşte biz onun nurlarından feyiz aldık, onun yolu­nu sürdük. O bizim sırlarımızı o kadar hızlı yürüttü ki, nihayet sırlarımız vuslata erdi. Dillerimizi o kadar hareket ettirdi ki, nihayet dillerimiz nutka geldi. Kalplerimizde marifet fidanını dikti de meyvelerini verdi, çiçekleri etrafa kokular saçtı.
O, Allah’ın fazlıyla bize vaadde bulunmuştur. İki ilim­de söz sahibi olup, bize işaret etmiştir. Biz ondan başkasına intîsâplı olduğumuzu asla söylemeyiz. Biz ilimde ancak ona dayanırız. Bizim ondan başkasına inisâp ettiğimizi söyleyen ya bizi bilmiyordur yahut bildiği hâlde bilmemezlikten geli­yordur. Bir öğrenciyi hocasından başkasına nispet eden, ço­cuğu babasından başkasına nispet eden kimse gibidir. Ne var ki bu babalık, nesep bakımından gözetilmeye daha uygun ve lâyıktır. Bu nesebin sebepleri, bilinip muhafaza edilmeye daha müstahaktır. Zîrâ o babalık, bu babalığa muhtaçken; bu babalık o babalığa muhtaç değildir.
Kaynak: İbn Ataullah elİskenderî, trc: Abdullah Mağfur,  Letâifül-Minen Fî Menâkıbı’ş-Şeyh Ebi’l Abbas ve Şeyhihi Ebi’l-Hasan Allah'ın İki Velî Kulu, Üsküdar Yayınevi, Nisan 2011 İstanbul, s. 427-429


Benzer Yazılar