![]() ![]() ![]() ![]() |
Allah Teâlâ, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin şerefini
ve yüceliğini belirtmek için, bizzat kendisi O’na salât etmiş,
meleklere ve müminlere de O’na salât etmelerini emretmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm de buyurmuştur ki;
“Muhakkak ki Allah Teâlâ ve melekleri, Nebi’ye salât ederler. Ey îmân
edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir içtenlikle selâm verin”[1]
Salât; “sallâ” fiilinden mastar olup, mastar makamında kullanılan
bir isimdir.
Lügat mânâsı, hayır için edilen duâdır.
Istılâh manâları ise; biri, belirli vakitlerde belirli zikirler ve özel
rükünlerden oluşan namazdır. İkincisi bütün islâm ulemâsının hemen hemen aynı fikirde olduğu görüş ise; “Salât; Allah Teâlâ’dan rahmet, meleklerden duâ ve
istigfâr, müminlerden ise duâ” manasındadır. Ancak genellikle Rasûlüllah sallallâhü aleyhi
ve selleme yapılan salât hatıra gelir. Müslümanlar salât ü selam ile Allah
Teâlâ’dan, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi dünyâ ve âhirette
yüceltmesini talep etmektir.
Salât, izâfe edildiği kişilere
göre farklı anlamlar kazanır:
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salâtın anlamı; O’nu ta‘zîmdir.
Buna göre “Allahümme salli ala Muhammed” (Ey Allah Teâlâ’m, Muhammed’e
salât et) sözünün anlamı; “Muhammed’i büyük kıl” demektir. Büyük
kılınması, hem dünyada hem âhirettedir. Dünyâda büyük kılınması ismi anılarak
yüceltilmesi, dininin ızhârı ve şerîatının
devamıyla gerçekleşir. Âhirette büyük kılınması ise, sevabın bol olması, ümmetine şefâatçi
yapılması, Makam-ı Mahmûd’la fazîletinin ebedîleştirilmesiyle
olur.”
Selâmın Anlamı
Selâm; selâmet, esenlik, emniyet anlamlarına gelir. Bu kelime teslim ve
bütün âfetlerden, noksanlıklardan, kerîh görülen şeylerden
selâmet bulma, emin olma, kurtuluş
manasında “selleme” fiilinden mastardır. Selâm aynı zamanda Allah Teâlâ’nın
bir ismidir. Selâmın Allah Teâlâ’dan olması ise, “Allah Teâlâ, rahmeti seni
korumayı, gözetlemeyi üzerine almıştır,
kefildir.” demektir. Selâmın bir de itâat etme ve sulh içerisinde bulunma anlamı
vardır.
Istılah mânâsı ise, Allah Teâlâ’dan dünyâ ve ahîrette, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin rızâsına ve yüce kadrine muhâlif olabilecek âfet
ve noksanlardan O’nu uzak eylemesini talep etmek demektir.”
Salât ü Selâmın Hükmü
Allah Teâlâ’nın Kur’an’da emrettiği en
önemli konulardan biri de, müslümanların rasüllerine karşı
sorumlulukları arasında yer alan ve rasül sevgisinin ızhârı olan salât ü selâmdır.
Bunu emreden Kur’ân-ı Kerim âyeti şöyledir:
“Muhakkak Allah Teâlâ ve melekleri Nebi üzerine salât ederler. Ey îmân
edenler! Siz de O’na salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.” [2] Bu
ayetteki emir bağlayıcıdır, emrin yerine getirilmesi gereklidir. Başka bir
deyişle her müslümanın Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salât ü selâm
getirmesi farzdır. Ancak bunun zamanı, şekli,
mekânı ve sayısı konusunda açıklama yapılmadığı için
ulemâ farklı yorumlar yapmıştır. Allah Teâlâ
emrinde, bir defa veya birçok kez diye bir kayıt ve sınır getirmemiştir.
Şifâ-i Şerîf müellifi Kadı iyaz, konu ile ilgili olarak, bir vakitle sınırlı olmaksızın Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve selleme salât ve selâm getirilmesinin vâcip olduğunu,
Allah Teâlâ’nın Kur’an’da bunu emrettiğini,
müctehid imâmların ve diğer âlimlerin bu emrin vücûb ifâde
ettiği husûsunda birleştiklerini söylemiştir. Fakat âlimler salât ü selâmın vaktinde ihtilâf etmişlerdir. İmâm Mâlik
ve Hanefî âlimleri,
“Her müslümanın ömründe bir kez salât ü selâm getirmesi farzdır.” derken, Şafiî
ulemâsı ise, “Farz olan salât ü selâm,
namazda okunandır. Bunun dışındakiler
farz değildir” demişlerdir. imâm Ahmed b. Hanbel de, İmâm Şafiî’nin
bu görüşüne katılmıştır.
Kitapların başlangıcında salavâta yer verme (salvele) âdeti de Hârun Reşîd
zamanında H.181 yılında başlamıştır. İsminin her
geçtiği yerde salavâtı okumak ve yazmak ise daha sonra, muhtemelen hicrî IV.
Asırda hadisçiler tarafından âdet hâline getirilmiştir.
Bu açıklamalardan sonra salât ü selâmın hükmü hususunda ulemânın görüşlerini aşağıdaki şekilde
özetlemek mümkündür:
1. Taberî’ye göre, müstehaptır.
2. İbnü’l-Kassâr’ın nakline göre, “vâciptir ve bu hükümde icmâ edilmiştir.”
3. Ömründe bir kere salât ü selâm okumak vâciptir. Namazda da olsa namaz
dışında da olsa vâcib yerine gelir. Tıpkı kelime-i tevhîd gibi. Hanefîlerden
Ebû Bekr er-Râzî, ibn Hazm bu görüştedir. Kurtubî de onların görüşüne
katılmış, yalnız “salât müekked sünnetler gibidir, onların vâcib olduğu
zamanlar salât ü selâm da vâciptir.” diye ilâve etmiştir
4. Namazda son oturuşta teşehhüdle, namazdan çıkış selâmı arasında
vâciptir. Şafiî ve
kendisine tâbi olanlar bu görüştedir.
5. Teşehhütte salât okunması, İmâmı Şafiî ve Ahmed
b. Hanbel’e göre farz iken, Şa‘bî ve İshâk’a
göre vâcip, İmâm Mâlik, Hanefîler ve cumhûra göre sünnettir. Farz diyenlere göre salavât
terk edilecek olsa, namaz iptal olur, yeniden kılınması gerekir. Bu görüşünden
dolayı Şafiî tenkid edilmiştir.
6. Ebu Cafer el-Bâkır: “Teşehhüd
diye bir kayıt koyulmadan, salât ü selâmın,
namazın herhangi bir yerinde okunması vâciptir” derken,
Ebû Bekr ibn Bekr el-Mâlikî, “Sayı ile
sınırlanmadan çokça okunması vâciptir” demiştir.
7. Bir kısım Hanefîler, bir kısım Şafiîler,
Tahavî, Halîmî, Zemahserî ve Mâlikîlerden İbnu’l-Arabî: “Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ismi geçtikçe,
hatırlandıkça salât ü selâm getirilmelidir. Böyle yapmak ihtiyata uygun olandır”
demişlerdir.
8. Zemahşerî’nin naklettiğine göre, “Bir mecliste Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ismi
birçok kez geçse de, bir kere salât ü selâm getirilmesi yeterlidir, her
seferinde salât ü selâm getirilmesi ise müstehaptır.”
Bütün bu hükümlerden anlaşıldığı üzere,
ulemâ, salât ü selâmın vâcib olduğu
hususunda ihtilâf etmemiştir. Hangi şartlarda vâcib olduğunda ihtilâf varsa da en uygunu, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin
ismi geçtikçe salât ü selâmın getirilmesidir.
Hakîki Salât ü Selâm Okumanın Anlamı
Allah Teâlâ kelîme-i şehâdette müslüman olmanın ilk ve temel şartı
olarak, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin adının kendi adıyla birlikte
zikredilmesini emretmiştir. Allah Teâlâ kendisine karşı
yapılmasını istediği itâati, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme itâat edilmesine ve
kendisine gösterilmesi gereken sevgiyi, O’nun sevgisine bağlamıştır.
Nitekim Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de:
“(Rasûlüm) De ki: Eğer Allah’ı
seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah Teâlâ da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.
Allah Teâlâ çok bağıslayıcı,
çok esirgeyicidir.”[3] ve
“Kim Rasûl’e itâat ederse,
muhakkak Allah Teâlâ’ya itâat etmiş olur”[4] diyerek
bunu açıkça ifâde etmiştir.
Bu ayetlerken anlaşıldığı üzere, Allah Teâlâ kendisine itâatten hemen sonra Rasûlüllah sallallâhü aleyhi
ve selleme itâat etmek vâciptir.
Salât ü Selâmın Faydaları
Âlimler ve mutasavvıflar salât ü selâmın, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin şeref ve mâkâmını yücelten ve Allah Teâlâ’nın indindeki kadr u kıymetini
belirten bir ibadet olduğunu beyân etmiş, bu yüzden salât ü selâmla meşgul olan
kişiye birçok nimetin ihsân olunacağını ifâde
etmişlerdir. Bu sayede Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bereketiyle,
dualar kabul olur, ihtiyaçlar giderilir, acı ve hüzünler giderilir, kul ilâhî
rahmete nâil olur, dünyada ve ahirette maksadına ulaşır.
Birçok ulema eserlerinde salât ü selâm getirmekle elde edilecek faydalardan
bahsetmiştir. Bu cümleden olmak üzere aşağıdaki
maddeleri özet olarak şöyle sıralayabiliriz:
1. Kul Allah Teâlâ’nın emrini yerine getirmiş olur.
2. Salavâtta, Allah Teâlâ ve müminler müvâfakat etmiş olur.
3. Salavâtta melekler ve müminler muvâfakat etmiş olur.
4. Bir defa salât ü selâm getirene Allah Teâlâ on defa salât (rahmet) eder.
5. Allah Teâlâ’nın ve meleklerin kendisine salât etmelerini hak eder.
6. Allah Teâlâ’nın rahmetine nâil olur.
7. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin şefâatine
nâil olur.
8. Salât ü selâmına mukabil, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemde ona
salât eder.
9. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme duyduğu sevgi
artarak devâm eder.
10. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından sevilmeyi hak eder.
11. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin çeşitli
ikramlarına nâil olur.
12. Salât ü selâm getiren müminin ismi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
selleme arz edilir.
13. Salât ü selâm, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ümmeti
üzerindeki hakkını ve O’nu ümmetine bahseden
Allah Teâlâ’ya karşı vazifesini en azıyla da olsa edâ etmeye vesile olur.
14. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin örnek kişiliğinden
etkilenmeye ve O’nun kişiliğiyle aynîleşmeye vesile olur.
15. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi rüyada görebilmeye vesile olur.
16. Kıyâmet gününde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemle musâfaha
etmesine vesile olur.
17. Müminin kıyâmette Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme yakın
olmasına vesile olur.
18. Manevî sülûka başlayan mürîd için en önemli vird ve şeyhi
olmayanın şeyhi olur.
19. Kulun hidâyetine ve kalbinin hayât bulmasına vesile olur.
20. Salât ü selâm ehl-i sünnetin şiârıdır.
21. Salât ü selâm okuyana on hasene yazılır, on günahı silinir ve on derece
yükseltilir.
22. Duânın başında ortasında ve sonunda okunursa kabulüne vesile olur.
23. Günahların affına ve ayıpların kapanmasına vesile olur.
24. Ölmeden önce kulun cennetle müjdelenmesine vesile olur.
25. Fakirlikten kurtulmaya vesile olur.
26. Sırat köprüsünde müminin nûru olur.
27. Salât ü selâm, müminin ömrünün uzamasına, islerinin
bereketlenmesine ve arzularının gerçekleşmesine
vesile olur.
28. Ayakların kaymasını önleyerek sırat köprüsünden rahat geçmeye vesile
olur.
29. Rızık elde etme yollarının kolaylaşmasına
vesile olur.
30- Hüsn-i hâtime (güzel bir son)’yi elde etmeye vesile olur. Görüldügü gibi
salât ü selâm, dünyâ ve âhirette kişiye
sayısız nîmetler sağlamaktadır.
Salât ü Selâmın Sırları
Salât ü selâm, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme duyulan muhabbetin,
bağlılığın, samimiyet ve sadâkatin ifâdesidir. Bu açıdan birçok sırları
barındırmaktadır. Nitekim ibn Ferhûn el-Kurtûbî “Hadâiku’l-envâr
fi’s-salâti ve’s-selâm ale’n-Nebiyyi’l-Muhtâr” adlı
eserinde, salât ü selâmdaki sırları kâfiyeli bir anlatımla şöyle
ifâde etmiştir:
“Salâtü’l-Meliki’l-Cebbâr
Şefâatü’n-Nebiyyi’l-Muhtâr
El-iktidâu bil-Melâiketi’l
Muhâlefetü’l-münâfıkîne ve’l-küffâr
Mahvu’l-hatâyâ ve’l-ezvâr
Avnu alâ kazâi’l-havâici ve’l-evtâr
Tenviru’z-zevâhiri ve’l-esrâr
En-necâtu min dâri’l-bevâr
Duhûlu dâri’l-karâr
Selâmu’r-Rahîmi’l-Gaffâr”
AÇIKLAMASI
1. Salâtü’l-Meliki’l-Cebbâr: Salât ü selâm
getiren kimse, her şeyi emri altında tutan ve bütün kâinâtın hâkimi olan Allah Teâlâ’nın
salâtına nâil olur. Zîra Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, bir hadîs-i şerîflerinde:
“Kim bana bir defâ salât ü selam getirirse, buna karşılık
Allah Teâlâ da ona on misli salât eder”[5] buyurmuşlardır.
2. Sefâatü’n-Nebiyyi’l-Muhtâr: Salât ü selâm
getiren kimse, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin şefâatine nâil
olur. Ebû’d-Derdâ radiyallâhü anh, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden şöyle
rivâyet etmiştir:
3. el-İktidâu bi’l-Melâiketi’l-Ebrâr: Her an ibâdet ve
tâatle meşgul olan meleklere uymuş olur. Nitekim Allah
Teâlâ Kur’an’ı Kerîm’de:
“Şüphesiz ki Allah Teâlâ ve melekleri o rasüle salât ederler. Ey iman
edenler! Siz de O’na salât edin; tam bir teslîmiyetle selâm verin”[7] buyurmuştur.
4. Muhâlefetü’l-münâfıkîne ve’l-küffâr: Münâfık ve
kâfirlere muhâlefet etmiş olur. Çünkü Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salavât okumaları konusunda
müminler muhâtap alınarak, “Ey îmân edenler” denilmiştir.
Sahîh olan görüşe göre, islâm’ın fürûatıyla muhâtap
olmalarına rağmen kâfirler bu emrin dışında tutulmuşlardır.
Çünkü Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salavât okumak Allah Teâlâ’ya
yakın olma sebeplerindendir. Bunun için kâfirler bu yakınlığa lâyık
görülmeyip sadece müminler lâyık görülmüşlerdir. Huzeyfe radiyallâhü anhdan rivâyet edildiğine göre,
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuşlardır:
“Cumartesi günü bana çokça salât ü selâm getirin. Çünkü Yahûdiler o gün
bana çokça söverler. Kim cumartesi günü bana 100 defâ salât ü selâm getirirse
nefsini cehennemden âzâd etmis olur, şefâatim
ona gerekli olur ve sevdiklerinden dilediklerine sefâat
eder. Pazar günü de Rumlara muhâlefet edin.” Sahâbîler:
“Ya Rasûlallah! Rumlara nasıl muhâlefet edebiliriz?” diye
sorunca, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, şöyle
dedi:
“O gün kiliselerine girip sâlibe taparlar ve bana söverler. Kim Pazar günü
sabah namazını kıldıktan sonra oturup güneş doğuncaya
kadar Allah Teâlâ’yı tesbîh eder sonra da iki rek’at namaz kılıp bana yedi defa
salât ü selâm getirir ise, anne babası da bağışlanır. Duâ ederse Allah Teâlâ
duâsını kabul eder, bir şey
isterse istediğini verir.”[8]
5. Mahvu’l-hatâyâ ve’l-ezvâr: Salat ü selâm, kişinin hatâ
ve günahlarının silinip, affedilmesine vesile olur. Nitekim Übey b. Kâ’b
radiyallâhü anh’dan rivâyet edildiğine göre;
“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem gecenin dörtte biri geçince kalkar
ve şöyle derdi:
“Ey insanlar, Allah Teâlâ’yı zikredin! Sarsıntı gelecek, arkasından onu diğer bir
sarsıntı izleyecek; ölüm bütün haşmetiyle
gelecek, ölüm bütün haşmetiyle
gelecek” Übey b. Ka‘b diyor ki:
“ Ya Rasûlallah! Sana çok salât ü selâm getirmek istiyorum, duâmın ne
kadarını buna ayırayım,” dedim. Rasûlullah:
“Ne kadar dilersen” buyurdu. Ben:
“Dörtte biri olur mu?”
dedim. Rasûlullah:
“Ne kadar dilersen, fakat daha fazla yaparsan senin için daha iyi olur” buyurdu.
Ben,
“Yarısı olsa nasıl olur?” dedim. Rasûlullah:
“Ne kadar dilersen, fakat daha fazla
yaparsan senin için daha iyi olur” buyurdu. Ben:
“Üçte ikisi kadar olsa”
dedim. Rasûlullah:
“Ne kadar dilersen, fakat daha fazla yaparsan senin için daha iyi olur” buyurdu.
Ben:
“O zaman duâmın hepsini sana salât ü selâm getirmeye ayırayım” dedim. Rasûlullah:
6. Avnu alâ kazâi’l-havâici ve’l-evtâr: Salât ü selâm
getiren kimse, önemli ihtiyaçlarının giderilmesinde Allah Teâlâ’nın yardımına
nâil olur. Câbîr radiyallâhü anhdan rivâyet edildiğine göre, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem söyle buyurmuştur:
“Kim bana günde 100 defâ salât ü
selâm getirirse, Allah Teâlâ onun 70 tanesini âhirete, 30 tanesi dünyaya âit
olan 100 ihtiyacını karşılar.”[10]
7. Tenvîru’z-zevâhiri ve’l-esrâr: Salât ü selâm
getiren kimse, hem zâhirini hem bâtınını nurlandırmış olur. Ebü’l-Muzaffer
söyle demiştir:
“Bir gün Ka‘b’ın mağarasına girdim. Yolumu şaşırdım.
Birden bir adam gördüm. O bana şöyle dedi:
“Yanımda yürü” Onunla beraber yürüdüm. Kendi
kendime:
“Bu adam belki de Hızır’dır” dedim. O’na
“ismin nedir?” diye sordum. O da:
“Hızır” dedi. Onunla beraber bir arkadaşını daha
gördüm. Ona da
“Senin ismin nedir?” diye sordum.
“İlyas ibn Şam” dedi.
“Allah Teâlâ size merhamet etsin, siz Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemi gördünüz mü?” dedim.
“Evet” dediler. Ben de:
“Allah Teâlâ’nın güç kuvveti aşkına,
bana O’ndan bir haber verin ki, onu sizden rivâyet edeyim.” dedim.
“Biz Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin “Muhammed aleyhissalâtü
vesselâma salât getiren bir müminin kalbini, Allah Teâlâ o salât sebebiyle,
basîret sahibi yapar ve nurlandırır” buyurduğunu işittik
dediler.”[11]
8. en-Necâtu min dâri’l-bevâr: Salât ü selâm
getiren kimse helâk edici cehennem yurdundan kendini kurtarmış olur. Enes
b. Malik tarafından rivâyet edilen bir hadîste Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:
“Kim bana bir defâ salât ü selâm getirirse Allah Teâlâ ona on defâ salât
eder, on defâ getirene yüz defâ salât eder. Kim de bana yüz defâ salat ü selâm
getirirse, Allah Teâlâ onun iki gözünün arasına nifaktan ve ateşten
kurtuluş berâtı yazar ve kıyâmet gününde şehîdlerle
birlikte iskân eder.” [12]
9. Duhûlü dâri’l-karar: Salât ü selâm getiren kimse,
devamlı kalacağı cennet yurduna girer. Nitekim Ebû Hafs radiyallâhü anh, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu
rivâyet etmiştir:
10. Selâmü’r-Rahîmi’l-Gaffâr: Salât ü
selâm getiren kimse, günahları bağışlayan ve
merhametli olan Allah Teâlâ’nın selâmına nâil olur. Nitkim Ebû Talha
radiyallâhü anh dedi ki:
“Bir gün, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem yüzünde bir sevinç olduğu halde
geldi. Kendisine:
“Ya Rasûlallah! Yüzünüz de bir
sevinç görüyoruz, dedik. Buyurdular ki:
“Bana Melek geldi ve şu müjdeyi
verdi: “Ey Muhammed! Rabbin diyor ki: Sana salât okuyan herkese, benim on rahmette bulunmam, selâm okuyan
herkese de benim on selâm okumam, sana
(ikrâm olarak) yetmez mi?”[14]
Bu hususlardan anlaşılıyor ki, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme getirilen salât ü
selâmlar, gerçek sırrı tam bilinmese de birçok müjdeyi barındırmaktadır. Bütün
bu sırların, salât ü selâm getiren kimseye dünyâ ve âhiret saâdetini müjdelediği anlaşılmaktadır.
Salât ü Selâmın Diger ibâdetlerde
Bulunmayan Hikmetleri
Salât ü selâm, diğer ibâdetlere nisbetle Allah Teâlâ’nın katındaki en sevimli ibâdet olması
hasebiyle, onda diğer ibadetlerde olmayan bir takım hikmetler bulunmaktadır.
1. Salât ü
selâm okuyan kimse “O’na yaklaşmaya yol
arayın”[15] âyetinin
emri gereğince Allah Teâlâ’ya vâsıl olmada en büyük vesile olan Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemi kendisine vesile yapmış olur.
Allah Teâlâ katında ise O’ndan daha muhterem ve kıymetli bir vesile ve vâsıta
yoktur.
2. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin şerefini
yüceltmek ve O’nu ta‘zîm etmek için nâzil olan “Ey îmân
edenler! Siz de O’na salât edin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin” [16] ayetinde
geçen bu ilâhî emre tâbî olmakla iki cihan saâdeti elde edilir. Zîrâ rivâyet
edildiğine göre, Hz. Musâ aleyhisselâma Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Ya Mûsa! Senin sözün diline, kalbî
düşüncelerin kalbine, rûhun cesedine ve gözünün nûru gözüne ne kadar
yakınsa, ben sana daha yakın olayım
ister misin?” Hz. Mûsa cevaben:
“Evet ya Rabbî isterim”
demesi üzerine Allah Teâlâ:
“O zaman Muhammed üzerine çok salât ü selâm oku” demiştir.[17] Bundan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin Allah Teâlâ indindeki kadr u kıymetinin ne derece büyük olduğu ve O’na
salât ü selâm getirmenin ne kadar matlûb-ı ilâhî olduğu
anlaşılmaktadır. Aynı şekilde yukarıdaki rivâyetten salât ü selâmın Allah Teâlâ’ya yakın (kurbiyyet) olmaya vesile olduğu anlaşılmaktadır.
3. Bizzat Allah Teâlâ ve melekleri, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme
salât ettikleri için, müminlerin de
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme sevgilerini belirtmek ve O’nu yüceltmek
maksadıyla Allah Teâlâ ve meleklerine ittibâ edip, salât ü selâm getirmekle
nâil olacakları iktidâr başka hiçbir ibâdette
yoktur. Zîrâ Allah Teâlâ’nın bizzat yaptığı bir işi, kuluna
da yapmasını emretmesi ve o kulun da bu ilâhî emri yerine getirmesiyle kavuşacağı rızâ-i
ilâhî hiçbir ibâdette yoktur.
4. Salât ü
selâmla meşgul olan kimsenin, Allah Teâlâ’nın rızâsına, nice bereketlere, büyük mükâfatlara ve günahların afvına nâil
olacağına dâir Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden birçok hadîs rivâyet
olunmuştur. Başka hiçbir ibadetin fazîletine dâir bu kadar hadîs rivâyet olunmamıştır.
5.
Müminlerin dünyada yaratılmalarından itibaren âhirette cennete girinceye kadar
vâsıl olacakları bütün ilâhî nimetlere vâsıta ve vesile olan Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve selleme salât ü selâm getirmeleri, O’nun sayesinde nâil
oldukları ilâhi lütûf ve ihsânlara bir şükrân ifâdesidir. Bu şükrân da
başka bir ibâdetle îfâ olunamadığından,
salât ü selâmın üstünlüğüne başka hiçbir ibâdet denk
olamaz.
6. Ruh terbiyesinde ciddî tesirinin tecrübe edildiği salât ü
selâm husûsunda bütün Ehlullah ittifakla şöyle
söylemişlerdir:
“Salât ü selâm, mürşid-i
kâmil bulamayan kimselerin irşâd ve
terbiyesi için, mürşid-i
kâmil mâkâmına kâim olur.”
7. Bir
kimse salât ü selâmla mesgul olursa o kimsenin kemâl ve tekemmülüne bir i‘tidâl hâsıl olur ki, bu i’tidâl
yalnız salât ü selâma mahsus bir “sırr-ı mektûm” olduğundan, başka bir
ibâdette yoktur. Zîra mürşidsiz yapılan diğer ibâdet, vird ve zikirlere çokça devâm edildiğinde elde
edilen nûrâniyyet ve levâmi‘, sâlikin beşerî sıfatında
inhirâf ve şiddetli bir harâret peydâ eder. Hâlbuki salât ü selâm hem zikrullahı hem de
duâ ile berâber zikr-i Rasûlü kapsadığından, ne
kadar çok okunursa okunsun, letâife mâ-i
lezîz gibi olduğundan, tarîkat makamlarından hâsıl olan hayret, inhirâf ve şiddetli harâret
gibi halleri serinletip dindirmekle beraber, sâlikin nüfûsunu güçlendirip, söz konusu olumsuzlukların düzelmesinde ona
yardım eder. Salât ü selâm kendine mahsûs olan bu özelliginden
dolayı, mürsid-i kâmil bulamayanların irşâd ve terbiyesinde
mürşid-i kâmil makâmına kâim olur.
Salât ü Selâmın Değeri
Allah Teâlâ’nın bizzat kendisi ve melekleri, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi
ve selleme salât etmektedirler. Bu yüzden müminlerin Allah Teâlâ’ya ve
meleklerine ittibâ edip, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi sevmek ve
yüceltmek maksadıyla getirdikleri salât ü selâmdan dolayı elde edecekleri feyiz
ve bereketin başka bir ibâdette bulunmadığı ulemâ tarafından
bildirilmiştir. Zîra Allah Teâlâ’nın bizzat yaptığı bir işi, kuluna
da yapmasını emretmesi ve o kulun da bu emre ittibâ etmesiyle elde edeceği rızâ-i
ilâhînin tahmin ve tasavvuru mümkün değildir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salât ü selâm getiren kişi
salâtla, Allah Teâlâ’yı zikretmiş, nimetlerine sükretmiş,
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin adını anmış ve O’nun
için Allah Teâlâ’dan mükafât istemiş olmaktadır.
Bunun için salât ü selâm, Allah Teâlâ’nın varlığını
ikrâr, ilmini, kudretini ve irâdesini
tasdik etmiş olmak demektir. Diğer bir ifâde ile salât ü selâm getiren mümin, amellerin efdalini ve îmânın
tümünü kapsayan bir ibâdeti icrâ etmiştir.[18]
Ebu’l-leys es-Semerkandî, salât ü selâmın diğer
ibâdetlerden daha fazîletli olduğunun
anlaşılması için, Ahzâb 56. âyete bakılmasının yeterli olacağını
söylemiştir. Nitekim âyete bakıldığında dikkat çeken
husus şudur ki; Allah Teâlâ diğer ibâdetleri
yapmaları için kullarına emrederken, salât ü selâm da önce kendisinden bağlamaktadır.
Sonra salâtı meleklere sonra da müminlere emretmektedir. Bu durum ise, salât ü
selâmın değerini açıkça ortaya koymaktadır.
Aslında Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme yapılan salât, O’nun
aslında salâta olan ihtiyacından dolayı değildir. Çünkü Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve selleme, Allah Teâlâ salât etmiştir.
Allah Teâlâ’nın salât ettiği bir kimsenin,
meleklerin ve müminlerin salâtına ihtiyacı yoktur. Salât ü selâm ancak O’na
duyulan saygıyı, hürmeti, bağlılığı ifâde
etmek içindir. Nitekim Allah Teâlâ, hiç ihtiyacı olmadığı halde kullarına,
kendisini çokça anmalarını farz kılmıştır.
Salât, ancak Allah Teâlâ’nın kullarına bundan dolayı mükâfât vermesi, şefkat ve
merhamet göstermesi ve kullarının da, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme
olan saygılarını ortaya koymaları içindir. Bunun yanında Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve selleme salavât getirmek, Allah Teâlâ ve melekler ile aynı işte
birleşmek demektir. Bu da kul için fevkalâde heyecan verici bir birlikteliktir.
Ümmet içinse en büyük şereftir.
Salât ü Selâmın Kabulü Meselesi
Rasûlüllah ve ümmet ilişkisinde müslümanların
nasıl bir yol izlemeleri gerektiği Kur’an-ı
Kerîm’in muhtelif ayetlerinde beyan edilmiştir. Bu
ilişki çerçevesinde, Kur’an’da beyân
edilen hususlardan biri de ümmetin Rasûlüllaha salât ü selâm getirmesidir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme
getirilen salât ü selâmın kabulü hususunda bazı ulemâ; Allah Teâlâ’ya, O’nun emrine ve meleklerine
iktidâ etmek, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin şânını
yüceltmek ve rızâ-i ilâhî’ye nâil olmak gibi hâlis bir niyetle getirilen salât
ü selâmın Allah Teâlâ’nın indinde mutlaka kabul olacağı (kabûlü
kat‘î) görüşünü savunmuşlardır. Yani bu görüsü kabul eden âlimlere göre, salât ü selâm getiren kimse, konuyla ilgili
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin sahîh hadîslerinde rivâyet olunan
müjdeye, mutlaka nâil olacağını söylemişlerdir.
Bazı ulemâ ise, gâlib-i zann ile kabûlü zannîdir diyerek salât ü selâm getiren
kimsenin hadîslerde geçen müjdeye nâil olmasının, olmamasından daha kuvvetli
olacağı görüşünü benimsemişlerdir.
Ebû Süleyman ed-Dârânî, bir kimsenin Allah Teâlâ’dan bir şey
isteyeceği zaman, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salât ü selâmını
artırmasını sonra isteğini Allah Teâlâ’ya arz etmesini ve duasını salât ü selâm getirerek
tamamlamasını tavsiye etmiştir. Zîra ona göre,
Allah Teâlâ iki salât ü selâm arasında yapılan duâyı kabul buyurur. Bu görüşüne
binâen,
“Allah Teâlâ kerem sâhibidir. iki makbûl
salât ü selâmın arasında makbûl olmayan bir şey
bırakmaz” [19] demiştir.
Nitekim Hz. Ali kerremallâhü vecheden rivâyet edildiğine göre Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem
“Hiçbir duâ yoktur ki, semâ ile arasında bir perde olmasın. Tâki Hz.
Muhammed’e salât ü selâm getirinceye kadar. Bunu yapınca perde yırtılıp duâ (göğe) çıkar. Salât ü selâm getirmeyince duâ geri
döner.” [20]
Buyurmuştur. Abdullah bin Mübârek’in
naklettiğine göre, şeyhi Abdülaziz Debbâğ, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salât ü selâm getiren herkesin
salât ü selâmının kesin olarak kabul olunacağını iddia edenlerle, aynı görüşte değildir. Şeyh
Abdülaziz Debbağ’a göre, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme getirilen salât ü selâm,
amellerin en üstünüdür. Ayrıca salât ü selâm cennetin etrafındaki meleklerin
zikridir. Melekler her salât ü selâm getirdiklerinde cennet artıp genişlemektedir.
Bu salât ü selâmın bereketiyle olmaktadır. Fakat ona göre, getirilen her salât ü selâmın mutlaka kabul
olunacağı kestirilemez. Zîrâ salât ü selâm temiz bir zattan temiz bir kalpten çıktığında
makbûldür. Çünkü temiz bir zattan çıkan salât ü selâm, gösteriş ve
kendini beğenmişlik gibi hastalıklardan uzak olarak söylenmektedir.[21]
Salât ü selâm, eğer sahibinden Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme sevgiyle getirilirse
o takdirde, salât ü selâmın kesinlikle kabul olunduğu
söylenilebilir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Yüceliği ve Salât
ü Selâm
Allah Teâlâ, insanlığın başlangıcıyla birlikte değişik
dönemlerde yeryüzüne kendi mesajlarını ulaştıracak
rasüller göndermiş, rahmeti ve hikmeti gereği bu nebileri
insanlar içinden seçmiştir. Dolayısıyla bu göreve seçilen nebiler, insanlardan farklı konumda olmuşlardır.
Hattâ yeryüzünün vahye muhâtap olmuş bu
görevlileri, kendi aralarında bile Allah Teâlâ tarafından farklı derecelerde
kılınmışlardır. Nitekim
“İşte biz o rasüllerden birini kiminden üstün kıldık. Allah onlardan kimi ile
konuştu; kimini de derecelerle yükseltti…”[23] Ayetleri
bu gerçeği göstermektedir. Müfessirler, Allah Teâlâ’nın, “kimini
de derecelerle yükseltti” sözü ile Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin kastedildiğini
söylemişlerdir. Çünkü O, beyaz siyah bütün insanlığa
gönderilmiştir. O’na ganîmetler helâl kılınmıştır. O’nun
eliyle birçok mûcizeler ortaya çıkmıştır. O’na
verilen fazîlet ve üstünlük hiçbir rasüle verilmemiştir.
Bütün insanlığa, âlemlere rahmet olarak gönderilen, son rasülün üstünlük bakımından
farklı bir konumda olduğu, Kur’ân’ın ifâdelerinden anlaşılmaktadır.
O’na, diğer nebi ve rasüllere verilmeyen birtakım özellikler verilmiştir. Son
nebi olması, risâletinin evrenselliği,
risâletinin cinleri de kapsaması, yüce bir ahlak üzere olması, Allah Teâlâ’nın
üzerindeki lütfunun büyük olması, hanımlarının müminlerin anneleri olması,
geçmiş gelecek günahlarının affedilmesi, kendisine inanılması noktasında nebi ve
rasüllerden söz alınması, Kevser’in verilmesi, ganîmetlerin helâl kılınması,
âlemlere rahmet olması, özelliklerinin ehl-i kitap tarafından bilinmesi,
getirdiği dînin korunması teminâtının verilmesi, İsrâ ve Mi‘râc’ın
O’na has olması, çeşitli zamanlarda meleklerin yardım etmesi, ismiyle hitap edilmemesi,
kendisine itâatın aynı zamanda Allah Teâlâ’ya itâat olması, ahirette şahit
olması, kendisine Makâm-ı Mahmûd’un verilmesi, ümmetinin en hayırlı ümmet
olması, hayâtına ve beldesine yemin edilmesi, bin aydan daha hayırlı olan Kadir
Gecesi’nin lutfedilmesi gibi hususlar
bunlardan bazılarıdır. Bu yüzden müminlerin Allah Teâlâ’ya karşı
birtakım görevleri olduğu gibi, O’nun elçisi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme karşı da bazı
görevleri olduğunu Kur’ân’ın ifadelerinden anlamak mümkündür. Kur’ân-ı Kerîm bu görevleri,
O’na inanmak, itaat etmek, O’nu gereği gibi
sevmek, O’na salât ü selâm getirmek şeklinde ifade etmektedir.
“Muhakkak ki Allah ve
melekleri, Nebi’ye salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam
bir içtenlikle selâm verin.”[24]
Bu ayetle Allah Teâlâ rasülüne salât ettiğini
bildirmekle önce mele-i âlâ sâkinleri arasında rasülünü överek kadrini yüceltmiş ve
onların da, nebinin kadrini yüceltmeleri için salât ü selâm getirmelerini emretmiştir. Daha
sonra da yeryüzü sâkinleri arasında Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin
kadrinin yüceltilmesini arzu etmiş, onların
da salât ü selâm getirmelerini emretmiştir. Böylece
hem ulvî âlem hem de süflî âlem arasında Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin kadrinin yüce tutulmasını istediğini
bildirmiştir.
Âyette salât emrinin müzâri
sigasıyla (gelecek-şimdiki zaman) olması sürekliliğe işaret
etmektedir. Yani Allah’ın ve meleklerin kesintisiz bir şekilde
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem üzerine salât ettiklerini
bildirmektedir. Bundan daha büyük bir şeref ve
değer tasavvur edilemez. Zîrâ gelmiş geçmiş bütün
mahlûkâtın arzusu Allah Teâlâ tarafından olan bir salâta nâil olmaktır.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ise, her an her lahzâ bu rahmete nâil
olmaktadır. O’nun dışında hiçbir nebi böyle bir meziyete sahip olamamıştır. Bu
durum sadece Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme ait bir özelliktir. Allah
Teâlâ bu ayetle Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme bahsettiği şeref Hz.
Âdem aleyhisselâma meleklerin secde etmelerini emrettiği âyetle
verdiği şereften daha büyük ve daha kapsamlıdır. Çünkü Âdem aleyhisselâma olan secde
teşrîfinde Allah Teâlâ’nın var olması mümkün değildir.
Hâlbuki Allah Teâlâ, rasülüne salât ettiğini ve
meleklerin de salât ettiklerini haber vermiş olduğundan,
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme olan teşrîfi,
Âdem aleyhisselâma olan teşrîfinden daha
fazladır. Âyette Allah Teâlâ’nın isimlerinden lafzatullah tercîh edilmiştir.
Bunun hikmeti lafzatullahın Allah Teâlâ’nın bütün isimlerini bünyesinde
toplaması ve İsm-i a‘zam olmasıdır. Lafzatullahın nebiler arasında sadece Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem hakkında kullanılmış olması
da, sadece O’na ait bir özellik olmasındandır. Diğer
nebilere Ya Âdem, Ya Nûh, Ya İbrâhim,
Ya Yahyâ şeklinde isimleriyle hitap edilirken bu âyette “alâ
Muhammed” denilerek, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin adının zikredilmemesi
fakat “ale’n- Nebî” denilmesi, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin diğer
rasüllere karşı üstün olduğunu ve Allah Teâlâ katında ki değerini
göstermektedir.
Salâtta, “Allahümme” lafzı seçilmiştir. “Ya Rabbî” veya “Ya Rahmân” denilmemiştir. Çünkü “Allahümme” lafzı ulûhiyyete delâlet eden ve “Lâ ilâhe illallah” sözü gibi
İslam’ın alâmetlerinden olan kapsamlı bir isimdir. Bu yüzden ulemâya göre,
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salât getirildiği vakit, “Allahümme” yi
söylemenin daha uygun olduğu rivâyet edilmiştir.
Çünkü Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bütün kemâl sıfatlara
sahiptir. Cemâl ve Celâl sıfatının sırlarına şâmildir. Yine
salatta, “Muhammed” ismi seçilmiştir. Çünkü “Muhammed” isminin manası, “mahmûd olan” (sürekli övülen) demektir. Dolayısıyla da Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem medh ü
senâ mâkâmına en lâyık kişidir, ve âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.
Dolaysıyla O, kâfirler için yalnız dünyâda, müminler için dünyâ ve ahirette
rahmet ve büyük bir nimettir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem kafirler
için dünyâda büyük bir nimet olması, diğer
nebilerin kâfir ümmetlerine gelen umûmî azabtan kurtulmalarına sebep olduğu
içindir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin müminler için büyük nimet
olması ise; dünya ve ahirette haddi ve hesabı olmayan nimetleri elde
edebilmelerinde en büyük vasıta ve vesile O olduğu
içindir. Çünkü müminlerin dünyada iman ve hidayetlerine, ahirette ise kurtuluşa
ermelerine en çok özen gösteren O’dur.
Netice itibariyle, Allah Teâlâ katında kadr u kıymeti bu kadar yüce olan
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme ümmet olmak büyük bir şereftir.
Bu yüzden Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, çokça salât ü selâm
getirilmeye lâyık ve müstahaktır.
Salât ü Selâmdaki Bulunan Teşekkür
Manası
Salât ü selâm, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme duyulan şükrân
borcunun îfâ edilmesi demektir. Müminlerin salât ü selâm getirmeleri,
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin onların üzerindeki haklarına bir nevî
teşekkürle mukâbele etme ve O’nu yüceltme, sevgi ve bağlılıklarını dillendirme
imkânlarıdır. Bu ise Allah Teâlâ’nın müminlere özel bir lütfudur.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, ümmetinin her ferdinin mutluluğunda payı
olan, onların dertleriyle dertlenen bir rasüldür. O, sınırsız saâdet ve kemâlat
mertebelerine sahip olmakla beraber, ümmetinin fertlerinin mutluluğunu
hasretle arzu etmektedir. Günah işlemelerinden dolayı da mahzûn olan bir nebi
olarak, elbetteki sınırsız salavâta,
duâya ve rahmete lâyıktır. el-Meslekü’l-kavî’nin
kaynak eserlerinden Metâliu’l-meserrât müellifi Muhammed Mehdî el-Fâsî’ye
göre, Allah Teâlâ’nın nimetlerine şükretmek
gerektiği gibi, bu nimetlere vesile ve vâsıta olana da teşekkür
etmek gerekir. Alıp verilen her nefeste,
Allah Teâlâ’nın nimetlerine şükretmek müminlerin
üzerine gerekli bir görev olduğu gibi, bu nimetlerin
elde edilmesine vesile olan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme de teşekkür
mukâbilinde salât ü selâm getirmek de, müminler üzerine gerekli olan bir
vazîfedir.
Rûhu’l-beyân müellifi
Bursevî, Salavâtta, “Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin en üstün
insân olduğu ve
ümmetinin de böyle bir rasülün ümmeti olmalarından dolayı şükrettikleri” anlamı
vardır demektedir.
Bu teşekkür
vazîfesi de başka bir ibâdetle yerine getirilemeyeceği için,
salât ü selâmın fazîletine başka hiçbir ibâdet denk olamaz. Ümmetinin kurtuluşu için
dünyâda çektiği zahmetlere ve âhirette onlara göstereceği ihtimâmına karşılık,
müminlerin ömürlerinin her ânını zikrullâhdan sonra, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
üzerine salât ü selâmla geçirseler bile, O’na olan şükrân
borcunu hakkıyla yerine getirebilmiş olamayacaklardır.
Salât ü selâm, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem in ümmetinin
üzerindeki hakkını, O’nu ümmetine bahşeden
Allah Teâlâ’ya karsı şükürlerini, en azıyla da olsa edâ etmelerine vesiledir. Allah Teâlâ
kullarına maddî ve manevî nimetlerini bolca ihsân etmiştir. Bu
hakîkate işâret eden bir âyette Allah Teâlâ şöyle
buyurmaktadır:
“Görmüyor musunuz? süphesiz
Allah Teâlâ, göklerde ve yerde olanları emrinize âmâde kılmış ve
zâhirî ve bâtınî nimetlerini genişletip
tamamlamıştır.”[25]
Bu nimetlerin en büyüğü şüphesiz ki, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin gönderilmesidir. O’nun
sayesinde nâil olunan nimetler kemmiyyet ve keyfiyyet olarak değerlendirilip
takdîr edilmesi mümkün değildir. Müminlerin Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme getirdikleri
salât ü selâmlar, bu nimetlere karşı bir teşekkürdür.
Müminlere karşı son derece düşkün olan ve onlara dünyâ ve âhiret saâdetinin yolunu gösteren Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve selleme karşı, salât
ü selam getirmek hem bir vefâ hem de sadâkat borcu olmanın ötesinde bir ilâhî
emirdir. Zîrâ Allah Teâlâ müminlere, bütün nimetlere vâsıta ve vesile olan
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salât ve selâm etmelerini emretmiştir.
Her hayır hakîkatte Allah Teâlâ’dan ise de, o nimete vesile olanlara da teşekkür
etmek mümin olmanın gereğidir. Şüphe yok ki, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem tüm dînî, ve dünyevî
hayrın vesilesi ve vâsıtasıdır.
Sonuç olarak, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, ümmetinden herhangi
bir ferdinin cennetlik olmasından mutlu olurken, cehenneme gitmesinden
müteessir olmaktadır. Kendisi için hiçbir kaygısı olmamasına rağmen
ümmeti için uğraşmakta, onların kurtuluşu için Allah Teâlâ’ya
duâ etmekte ve onlara şefâatçi olmaktadır. işte getirilen salât ü selâmlar, hem bu uğraşa karsı bir şükrân hem
de Allah Teâlâ katında ümmetinin affı için bir vesile olmaktadır. Kim ne kadar salavât getirirse o nisbette
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme yaklaşmış, ümmeti
olduğunu ifâde etmiş ve kendisi için şefâat imkânını o derece hazırlamıştır.
Salât ü Selâm ile Yakınlaşma
“Biz, ona, yani insanoğluna şah damarından
daha yakınız”[27]
âyetleriyle kullarına yakınlığını bildirmekte ve
“O’na yaklaşmaya vesile arayın” [28] âyetiyle
de kullarının da kendisine yaklaşmada bir vesile aramalarını emretmektedir.
Allah Teâlâ’ya yaklaşmada en büyük vesile Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemdir. Nitekim
Allah Teâlâ Teâlâ,
“De ki: Eğer Allah
Teâlâ’yı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki, Allah Teâlâ da sizi sevsin ve
günahlarınızı mağfiret
etsin”[29] buyurmaktadır.
Bu ayetten de anlaşıldığı üzere Allah Teâlâ sevgisinin yolu, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
selleme tâbi olmaktan geçer. O’ na tâbi olmak ise, O’nu sevmekten geçer. Salât
ü selâm ise, O’ na duyulan muhabbetin ızhârıdır. Zîrâ
“Çok seven çok anar” denilmiştir.
Nitekim Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, bir hadisinde ise salavâtla
alakalı bir gerçeği dile getirir:
“Kıyâmet günü bana insanların en yakını, bana en çok salavât okuyandır” [30]buyurmuştur. Bu bağlamda Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem, getirilen salât ü selâmların kendisine sunulduğunu[31], ve
yeryüzünde Allah Teâlâ’nın seyyâh meleklerinin olduğunu ve
ümmetinin selâmlarını kendisine ulaştırdıklarını beyân etmiştir.
Salât ü selâm getirenlerin isimlerinin ve yüzlerinin kendisine sunulduğunu bu
yüzden salât ü selâmın güzel bir şekilde
yapılmasını buyurmuştur. Yine Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, Allah
Teâlâ’nın, mahlûkâtın isimlerini kendisine verdiği bir meleğin
bulunduğunu ve vefât ettiği zaman o meleğin kabrinin basında duracağını ve salât ü selâm getiren herkesi isimleriyle kendisine
haber vereceğini[32] buyurmuştur. Firûzâbâdî, es-Sılâtü ve’l-büşer adlı
eserinde, Ahmet Zevâvî’den duyduğu şu sözleri
nakleder:
“Bizim yolumuz, yüce Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme, çokça salât ü
selâm getirmektir. Bu sayede Rasûlullah,
meclisimize yakaza halinde şeref
verir, ashab-ı kirâm gibi kendisiyle sohbet eder, dînimizin kapalı yönlerini, süpheli ve
zayıf olarak anlatılan hadîslerin doğruluk
derecelerini kendisinden sorar, tavsiyeleriyle amel ederiz. Fazlaca salât ü
selâm getirmemizle bu imkâna kavuşuruz.
Kendisini meclisimizde görmediğimiz
takdirde, yaptığımız salât ü selâmların çok olmadığını
anlamış oluruz.”[33]
Salât ü Selâm ve Muhabbet
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi sevmenin gerekli olduğuna ve O’nun
bu sevgiye layık olduğu konusunda Allah Teâlâ Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız,
kız kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar,
durgun gitmesinden korktuğunuz
ticaretiniz, hoşlandığınız meskenler size Allah Teâlâ’dan,
Rasûlünden ve Allah Teâlâ yolunda savaşmaktan
daha sevgili ise, o halde Allah Teâlâ hükmünü icrâ edinceye kadar bekleyin.
Allah Teâlâ, fâsık kimseleri doğru yola
eriştirmez.”[34] Bu âyet,
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi sevmenin gerekli olduğuna teşvik,
tenbîh ve delîl olarak yeterlidir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kadrinin yüceliğini
belirten bu âyet, aynı zamanda bu sevgiye müstahak olduğunu da
açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim Allah Teâlâ Teâlâ,
“Allah Teâlâ hükmünü icrâ edinceye kadar bekleyin.” buyurarak,
malı, akrabası, çoluk çocuğu kendisine Allah
Teâlâ’dan ve Resûlünden daha sevimli olanların azâba müstahak olduklarını ve doğru yola
giremeyeceklerini bildirmiştir.[35]
Aşağıdaki hadis-i şerîfler de Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kişinin
nefsi dâhil her şeyden daha sevgili olması gerektiğinin
delilleridir.
“Kimde şu üç haslet bulunursa imanın tadını bulur:
1. Allah Teâlâ ve Rasûlünü her şeyden
daha çok sevmek
2. Sevdiğini sırf Allah Teâlâ için sevmek
Hz. Ömer, bir gün Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem ile birlikte oturuyorlardı. Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem, Hz. Ömer’in elini, elinin içine aldı. Bunun üzerine Hz. Ömer:
“Allah Teâlâ’ya and olsun ki, nefsim hariç, sen bana her şeyden
daha sevgilisin” diyerek Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme olan sevgisini gösterdi.
Bunun üzerine Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem “Ben sana canından da
sevgili olmadıkça îmânın kemâle ermiş sayılmaz” buyurdu.
Hz. Ömer’de:
“Seni Kur’an’la gönderen Allah Teâlâ’ya andolsun ki, sen bana şimdi öz
nefsimden daha sevgilisin” deyince, O:
Bundan dolayıdır ki, sûfiler
eserlerinde O’nu sevmenin alâmetleri üzerinde durmuş ve konu
ile ilgili geniş açıklamalarda bulunmuşlardır.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi Sevmenin Bazı Alâmetleri
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi gerçekten seven bir müminde
bulunması gereken bazı alâmetler vardır. Nitekim bir kimse sevdiği şeyi daîma
tercih eder, ona uygun davranır, ona
ters düşmez. Aksi takdirde sevgisinde sâdık olmaz ve sevgisi de bir iddiâdan ibâret
kalır. Allah Teâlâ Rasûl’üne olan sevgisinde sâdık olan kimse bu sevgisinin
belirtilerini gösterir. Bunları şöyle
sıralayabiliriz:
1. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme olan sevginin ilk göstergesi O’na
uymak, sünneti ile amel etmek, söz ve fiillerine tâbi olmak, emirlerine uymak,
yasaklarından kaçınmak, O’nun
edebleriyle edeblenmek, huylarıyla bezenmek, rahatlıkta olsun, sıkıntı ânında
olsun, öfkeli veya huzurlu halde olsun O’nun âdâbına uygun davranmaktır.
“Daha önceden Medîne’yi yurt edinip îmâna sarılanlar, kendilerine göç edip
gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü içlerinde bir kaygı
duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa
dahi onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliginden korunursa iste onlar
umduklarına erenlerdir.”[38]
3. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin sözünü kabul edip, hükmüne râzı
olmaktır. Allah Teâlâ Teâlâ buyurdu ki;
“Mümin bir erkek ve kadın için, Allah Teâlâ ve Rasûl’ü bir ise hüküm
verdigi zaman, artık onlar için hiçbir tercih hakkı yoktur…”[39]
4. O’nu seven O’na indirilmiş Kur’an’ı da sever.
Çünkü O, Kur’an’la insanları doğru yola iletmiş, kendisi
onunla doğru yolu bulmuş ve onun ahlâkı ile ahlaklanmıştır. Kur’an’ı
sevmek ise; onu okumak, onunla amel etmek, mânâsını bilmektir. İbn-i Mes’ûd
radiyallâhü anh şöyle demiştir: “Kendi iyilik ve kötülüğünü öğrenmek
isteyen Kur’an’ı ölçü alsın. Eğer Kur’an’ı
seviyorsa Allah Teâlâ’yı ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi seviyor
demektir.”[40]
5. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme uyma hususunda insanların öfke ve
kınamasına aldırmayıp Allah Teâlâ’nın rızasını tercih etmektir.
6. Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemi sevmek O’nu çok hatırlamaktır. Bir kimse sevdiği şeyi
hatırından çıkarmaz.
7. O’nu seven, konuştuğunda O’nu söylemeli, sustuğunda O’nu düşünmeli, ameli ve işi O’nun
yaptıklarına uygun olmalıdır.
8. O’nu seven hadîslerini okur. Zîrâ kimin kalbinde iman varsa Allah Teâlâ’nın
kelâmı veya Rasûl’ünün sözlerinden birini işitince
onunla ruhunu, kalbini ve nefsini doldurur. Böylece onun her şeyi bu
kelimeler olur. Her hissettiği ondan duydukları
olur. Ondan aldığı her
zerre ile görür. Her şeyi onlarla işitir, her şeyi onlarla görür.
9. O’nu
sevmek, O’na kavuşmayı arzulamaktır. Zîrâ her seven sevdiğine
kavuşmayı arzu eder. Hatta şöyle denir: Muhabbet,
sevgiliye kavuşma arzusudur. Bilâl radiyallâhü anh vefât edeceği zaman
hanımı:
“Onun hasreti ciğerimi dağladı” demiştir.
Bilâl radiyallâhü anh ise:
10. O’nu
sevmek, O’nun sevdiği kimseleri, ehl-i beytinden ve soyundan olanları, ensâr ve muhâcirlerden
oluşan ashabını sevmektir. Çünkü bir kimseyi seven O’nun sevdiklerini de sever.
11. O’nu sevmek, Allah Teâlâ’ya ve Rasûlüne buğz
edenlere buğz etmek ve düşman olanlara düşman olmaktır. Allah Teâlâ buyurdu ki;
“Allah Teâlâ’ya ve
âhiret gününe inananların, babaları, oğulları,
kardeşleri veya akrabaları bile olsa, Allah’a ve rasüle karşı
gelenlere sevgi beslediklerini göremezsin.”[42]
[3] Âl-i İmrân, 31
[4] Nisâ, 80
[5] Müslim,
Salât, 7; Ebû Dâvûd, Vitir, 26; Tirmîzî, Vitir, 21; Nesâî, Ezân, 37, Sehv, 55.
[6] Heysemî, Mecmau’z-zevâid,
X, 120; Münâvî, Feyzü’l-kadîr, VI, 169; en-Neysâbûrî, Şerefü’l-Mustafâ,
V, 77;. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem, ezan işittiği zaman, “Allahümme Rabbe hâzihi da‘veti’t-tâmme…” duasını okuyan
kimsenin şefaatine nâil olacağını buyurmuştur. Müminlerin bu duada O’nun için
istediği “vesîle” Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin şefaatçi
kılınmasının talebidir. (Buhârî, Ezân,
8; Ebû Dâvud, salât, 28,; Tirmizî, salât 157; Nesâî, Ezân, 38, (2,26); ibn
Mâce, Ezân, 4.
[7] Ahzâb, 56
[8] Sehâvî, el-Kavlü’l-bedi‘
fi’s-salât’i alâ Habîbi’s-şefî‘, thk. Muhammed Avvâme, Beyrut, 2002, s. 384.
[9] Ahmed
b. Hanbel, Müsned, V, 136; Beyhakî, Süabu’l-îmân, II, 187;
Heysemî, Mecmau’z-zevâid, X,160;
[10] Beyhakî, Şüabü’l-îmân,
III, 111; es-Sehâvî, a.g.e., s. 271
[11] Bkz.
Firûzâbâdî, es-sılâtü ve’l-büşer, s. 84, no:112; Aynı eserin
Türkçe trc. İçin, bkz. H. Hâfız Mustafa Demirkan, H. Hafız ismail Tavman, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Üzerine Salavât-ı Şerîfe Getirmek, Konya 1998,
s. 71–72.
[12] Nesâî,
I, 385 (No: 1220), VI, 98 (No: 10194); Ahmed b. Hanbel, Müsned, III,
120.
[13] Tergîb ve Terhîb, Hikmet Yayınları, 1984/1986, c. III,
s. 518, No:22; Firûzâbâdî, es-Sılâtü ve’l-büşer fi’s-salâti alâ
hayri’l-beşer, Beyrut 1985, s. 49, no: 20; Türkçe
trc. için bkz, H. Hâfız Mustafa Demirkan, H. Hafız ismail Tavman a.g.e.,
s. 31.
[14] Nesâî,
Sehv 55, (3, 50)
[15] Mâide, 35
[16] Ahzâb, 56
[17] Metâliu’l-meserrât,
s.14; el-Meslekû’l-kavî, s. 97.
[18] ibnü’l-
Kayyim el-Cevziyye, Cilâu’l-efhâm s. 310; Kastâlânî, Mesâlikü’l-hunefâ, s.
208-209; Nebhânî, Efdalü’s-salavât alâ seyyidi‘s-sâdât, s. 52; en-Nebhânî,
Saâdetü’d-dâreyn, s. 46;
[19] ibn Kayyim
el-Cevziyye, Cilâu’l-efhâm, s. 291; Aclûnî, Keşfü’l-hafâ,
2/39
[20] Deylemî, el-Firdevs,
IV, 47.
[21] Abdülaziz Debbag,
XII. asır Fas bölgesinde yetismis büyük bir âlim ve tasavvuf büyügüdür. Ahmet
bin Mübârek, Şeyhi Abdülaziz Debbağ’dan işittiklerini el-İbrîz (2 cilt) adlı
eserinde anlatan yazardır. bkz. Firûzâbâdî, a.g.e., trc. H. Hâfız
Mustafa Demirkan, H. Hâfız ismail Tavman, s. 103. bkz.
Firûzâbâdî, a.g.e., trc. H. Hâfız Mustafa Demirkan, H. Hâfız
ismail Tavman, aynı yer. s. 102-
103.
[22] İsrâ, 55
[23] Bakara, 253
[24] Ahzâb, 56
[25] Lokman, 20.
[26] Bakara, 186
[27] Kâf, 16
[28] Mâide, 35
[29] Âl-i İmrân, 31
[30] Tirmizî, Salât, 357
[31] Ebû Dâvûd, Salât
201, Vitr, 26; Nesâî, Cum’a 5; ibn Mâce, ikâmet, 79, Cenâiz, 65.
[32] Heysemî,
Mecmâu’z-zevâid, X, 162; Bezzâr, Müsned, IV, s. 255.
[33] Firûzâbâdî, a.g.e.,
Türkçe trc. a.g.e., s. 21-22.
[34] Tevbe, 24
[35] Kadı iyâz, Şifâ-i
Şerîf, trc. Suat Cebeci, s. 309.
[36] Nesâî,
Îmân, 2-4; ibn Mâce, Fiten, 23.
[37] Buhârî, Eymân
ve’n-nüzûr, 3; Ahmet b. Hanbel, Müsned, 5/293.
[38] Haşr, 9
[39] Ahzâb, 36
[40] Kadı iyaz, a.g.e.,
trc. Suat Cebeci, s. 316.
[41] İbni Kîrân, Tayyib b.
Abdülmecid, Serhü’s-salâti’l-mesîsiyye, thk. Bessâm
Muhammed Bârûd, el-Mecmaü’s-sekafî, Abu Dabi 1999, s.
154.
[42] Mücâdele, 22