| |
[Mevlâna ve Seyyidinâ Muhammed Nûr’ul-Arabî Kaddesellâhü
sırrahu’l âlî Efendimizin
Sâlât-ı Virdiyyesi]
بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ
الرَّحِيمِ
الحمد لله رب
العالمين والصلاة والسلام على رسولنا محمد وعلى اله وصحبه وسلم اجمعين
اَللهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ
فِي جَمِعِ
الْمَظَاهِرِ اَلَّذِى هُوَ هَيُولاَهَا
وَ اَوْجَزَهاَ
وَ اَنْـقَاهاَ وَ اَطْنَبِهاَ وَ اَرْقَاهاَ وَعَلَى الِهِ وَ صَحْبِهِ
وَ سَلِّمُ
Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin fi cemî-il mazâhiri ‘llezi hüve
heyûlâhâ ve evcezeha ve enkâha ve ednabiha ve erkahâ ve alihi vessahbihi
vesellim.
AÇIKLAMASI
اَللهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ
Manası; Ya Allah! Cemi-i esmanla ulumuz Muhammed (sallallâhü aleyhi ve
sellem)’i tazim eyle[rsin]. [1]
ve
فِي جَمِعِ الْمَظَاهِرِ اَلَّذِى هُوَ هَيُولاَهَا
Cemi-i mezâhirde, gerek âlem-i melekût ve gerek âlem-i mülk, ol âlemlerde
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemi tazim eylersin.
Âlemlerin aslı ve maddesi olandır. Zira nurundan hâsıl oldular.
وَ اَوْجَزَهاَ َ وَ اَنْـقَاهاَ
Öyle Rasûlin ki, cümle âlemlerin zübdesi [öz, kaynak, en halis kısım] ve nekâvetidir.[ Her şeyin iyisi, seçkini. * Temizlik, paklık.]
Zira cümle, andan halk olunmalarından murad; cesedi pakları ile vücuda
gelmekledir. Hadis-i kutsîde buyruldu: ( Levlâke levlâk lemâ halâktül eflâk)
İmdi, şecere-i vücud-i aslı, Muhammed nurudur.
Ve nihayeti, Muhammed vücududur. Meyve ağacının aslı Lübb olup, ahiri dahi
Lübb olduğu gibi.
وَ اَطْنَبِهاَ وَ اَرْقَاهاَ
Yani, âlem tafsili ve âlasıdır. Zira cesedi şerifleri zübde-i hafiye olduğu
gibi, nur-u envarları cümleye tafsil oldu.
وَعَلَى الِهِ وَ صَحْبِهِ وَ سَلِّمُ
**
[Seyyid ül Münîr Muhammed Nur’ul Arabî kaddesellâhü sırrahu’l âlî Efendimiz
bu hadisi şerifi ilave kıldı.]
قال رسول الله صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ : اَنَا مِنَ اللهِ وَ
الْمُؤْمِنوُنَ مِنّيِ ( اَىْ مِنْ نُورِى)
Kâle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem: “ene min Allahi vel mü’minune
Minnî: [ey min nurî]
Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Ben Allah Teâlâ’danım, müminler Benden” Yani
benim nurumdan.
*********
EK BİLGİ:
[1] Bu hadisin manasını anlamak için burada geçen مِنْ [min-minnî] hangi manalara geldiğini
bilmek gerekir. Bu bilgilerle ehli tevhid arapçada min مِنْ edatının birçok manalarının ledünnî cephesini bilir.
حرف جر( مِنْ )
يستعمل في اللّغة التركية للمعاني التالية
Den,
dan, de, da, içinde anlamında gelir.
يستعمل في مواضيع عديدة منها:
Birçok konularda kullanılabilir, bunlardan:
لابتداء الغاية (İbtida)
Hedefin başlangıcı :
ـ خرجتُ من البلدِ.
للتبعيض(Tebîz)Azlık, bir bölüm :
ـ أنفقتُ من الدّراهِمِ. ـ
ومٍنَ النّاسِ مَنْ يقولُ آمَنّا
لبيان الجنس (Beyâni cins) Açıklamak, bildirmek :
ـ ثَوبٌ من خزٍّ. ـأخذتُ قلماً من
ذّهبٍ.
للتأكيد (Tekit) Pekiştirme :
ـ ما جاءنا من رجُلٍ. / يشترط قبلها
أداة نفي، نهي ، استفهام.
للبدل (Bedel)
Başkasının veya onun yerine : ـ أرضيتم بالحياة الدّنيا
من الأخرةِ.
للتفصيل (Tafsîl)
Ayrıntı şeklide anlatmak : ـ
عرفتُ الحقّ من الباطِلِ.
للتعليل (Ta’lîl)
Sebep : ـ ماتَ من الرّئةِ.
ملاحظة: وقد يُستعمل حرف من بمعنى
في مثل (إذا نوديَ للصلاةِ من يومِ الجُمُعةِ)
Not:) (في ) : (منAnlamında
kullanılabilir:
***
لأفعال التي تأخذُ حرف جر مِنْ
Harfinin
aldığı Fiiller: مِنْ
1ـ تَخلّصَ من :
Kurtuldu.
2ـ اِقتربَ من :
Yaklaştı.
3ـ اِختطفَ من
Zorla aldı.
4ـ حَذِرَ من :
Hazırlıklı oldu.
5ـ حَطَّ من :
Azalttı, küçülttü.
6ـ طَردَ من :
Çıkardı, kovdu.
7ـ عانى (يُعاني) من :
Acı çekti.
8ـ ربحَ من :
Kazandı, elde etti.
9ـ فرَّ من :
Kaçtı.
10ـ ورِثَ من :من veya عن
Miras aldı.
11ـ تأكّدَ من :
Emin oldu, kanaat getirdi.
12ـ أمِنَ (يأمنُ) من :
Emniyette oldu.
13ـ يئِسَ (ييئسُ) من :
Umudunu kesti.
14ـ يَنجُو من :
Kurtardı.
15ـ يخرجُ (أخرجَ) من:
Çıkıyor.
16ـ يرجِعُ من :
Dönüyor.
17ـ أقلُّ من
Ondan daha az, daha küçük.
18ـ أكثرُ من :
Ondan daha çok.
19ـ أكرمُ من :
Ondan daha cömert.
20ـ أشرفُ من :
Ondan daha üstün.
http://fasiharabic.com/arapca-egitim/klasik-arapca-dersleri/harfi-cerler/15863-arapca-fiillerin-harfi-cerlerle-kullanimi-ve-ornekleri
***
1)
( مِنْ )
harficeri, cümlenin başında gelirse “onlardan …
kısmı vardır” anlamını verir ve kısmiyet ifade eder.
Örnek
: 2/78 : (… وَمِنْهُمْ أُمِّيُّونَ لَا يَعْلَمُونَ
الْكِتَابَ ) “Onlardan ümmî kısmı vardır …” Ayet-i Kerimesindeki ( مِنْهُمْ ) car mecrurdan oluşan şibhi cümle haber-i
mukaddem olup, REF mahallindedir. ( أُمِّيُّونَ )
mübtedâ muahhar olup, cemî müzekker sâlim ismin merfu hâlidir.
2)
( مِنْ ) harficeri ve mecrur isim, haber olarak
gelirse “ondaki öncelikli (o olmaz ise, sonrakide
olmaz) olan kısım dır” anlamını verir.
Örnek
: Hadisi Şerif : ( اَلْحَيآءُ مِنَ الْاِيمَانِ
Hayâ, imandandır) Buradaki ( مِنْ )
de; Mübtedâ olan ( اَلْحَيآءُ ) hayâ, imânın
kısımlarından biridir. Diğerlerini siz tesbit edin ve ahlâklanın (mübtedâ
olun). Sadece “inandım” demekle, imân etmiş olmazsınız. ikazı saklıdır.
3)
( مِنْ ) harficeri, alan mecrur isim “ism-i zamanı, ism-i mekânı ve ism-i aleti” saklı
olarak içinde barındırır..
Örnek-1
: 22/75 ( اللَّهُ يَصْطَفِي مِنَ الْمَلَائِكَةِ
رُسُلًا وَمِنَ النَّاسِ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ ) “Allah
meleklerden de, insanlardan da peygamber seçer. Şüphesiz ki Allah hakkıyla
işitendir, görendir.”
Örnek-2
: 2/23 ( فَأْتُوا بِسُورةٍ مِنْ مِثْلِهِ )
“Onun mislinde bir sûre getirin” Ayet-i Kerimesi, müşriklerin “Bu Allah’ın
sözüne benzemiyor. Biz doğrusu onun Allah kelâmı olduğunda şüpheliyiz” demeleri
üzerine nâzil oldu. (Nuzül sebebi)
NOT:
Mahmuzel_fâ ve nakıs” olan ( اَتىَ )
fiili “bi” harfi ceri ile birlikte getirmek
anlamını kazanır ve “Allah’dan bana geleni, aynen aktarın” anlamı
saklıdır.
( تُبْتُ مِنْ كُلِّ
ذَنْبٍ Bütün günahlardan tövbe
ettim.) Buradaki ( مِنْ ) de; Müteallak’ın
(tövbe fiilinin), mecrur’dan (bütün günahlardan)
başladığını ifade eder. Günahların bir kısmını terk etmekle tövbe fiili
(müteallak) oluşmaz. anlamı saklıdır.
( مِنْ اللهِ) şibh-i cümlede hem fiili, hem de fâili görünendir bilgisi
saklıdır. Allah Teala’nın rızası ve lütfu olan fiilleri işaret eder.
( عِنْدَ اللهِ)
şibh-i cümlede fiili görünendir, fakat fâili
görünmeyendir bilgisi saklıdır. Müteallak “mevcud olmadı” fiili hazf
edimiş bir fiil cümlesi olabilir. Çünkü kaide gereği mübteda, müteallak olmaz
-----------------
Temel Kaynak: Hasan Fehmi KUMANLIOĞLU, Muhammed
Nûrü'l-Arabî, Hayatı, Şahsiyeti Ve Bazı Tasavvufî Görüşleri, -Yüksek Lisans
Tezi , 1988, İzmir , sh.120
[1]
Peygamberimizin ismi “Muhammed”dir “sallallahü aleyhi ve sellem”. İle
zikerdilmesi ümmete vaciptir. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellemden üçüncü şahıs olarak bahsederken ismini anmıştır.
İkinci tekil şahıs olarak andığında yani, “Ya
Eyyühennebî” veya “Ya Eyyüherrasûl” demiştir. Bize yapmamız gereken husus bildirmek
için ism-i Şerifi “Muhammed’i saygı ifadesi olarak zikretmemiştir.
Bu özel isim, ilk defa söylenince “sallallâhü
aleyhi ve sellem” demek veya salavat getirmek vacibdir. Yazıda (S.A),
(S.A.S) gibi kısaltmalar uygun değildir. Bu kısaltmalar reformistlerin
uygulamalarıdır. Yalnızca Rasûlullâh denince ona saygı gösterilmiş oluyor. Yani
Allah’ın Resulü, peygamberi denmiş oluyor. Bu bir saygıdır. Ancak Rasûlullâh
dedikten sonra salavat, (sallallahü aleyhi ve sellem) denilmesi elbette
gereklidir.
“Aleyhisselâm”
ibaresini kullanmak salavat yerine geçmez. Bazı kişiler ağız alışkanlığı “aleyhissalatü
vesselam” diyorlar. bu ibare içinde Allah lafzı geçmediği için ve
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin tarif ettiği şekilde olmadığından
sünnet üzere olan salavat yerine geçmez. İlk dönem kitabiyatta ve hadis
literatüründe bu ifade şekli yok gibidir. Saygı ifadesi içersede fazilet
yönünden noksan kalmaktadır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin ismi
anıldığında sünnet olan salavat getirmenin yerini de tutmaz.
***************
HAS
İSİM
Varlığın Tâcına dair,
Zonguldak’ta yazdığım yazı şöyle başlıyor:
—
Yâ (M……… !)
Noktalı yerde O’nun ismi,
hâs ismi… Mukaddes hâs isim… Yâni mukaddes isme, nida siygasıyla hitap
ediyordum. Es'Seyyid Abdülhakîm Arvâsi kaddesellâhü sırrahu’l âlî Efendim:
«— Onu çıkar oradan, buyurdular; Allah’ın Resûlüne, hâs ismiyle ve
nida siygasıyla hitap olunmaz.
—
Niçin efendim?
«— Hayâ meselesi!.. Allah bile
Kur’ânında, Sevgilisine, hâs ismiyle nida ederek hitap etmedi.»
Büyük sır karşısında yandım,
kül oldum. Bizzat Allah’ın haya gösterdiği sır…
—
Kur’ânın hiç bir yerinde böyle bir hitap yok mu?
Kısa ve sert:
«— Hiç bir yerinde!..»
Gerçekten «de ki»
mânasına «قـل:gûl» kelimesiyle başlayan birçok âyette, bu hitaptan sonra
isim gelmediği, gözümün önünden geçiverdi. Buna karşılık, birçok tefsircinin «de
ki yâ M….. !» diye kullandıkları klişelerdeki kabalık içimi burkuttu.
s:
147-148
[Necip
Fazıl KISAKÜREK, “O ve BEN” , Şubat- 1999, İstanbul]