![]() ![]() ![]() ![]() |
Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellemin hakkında ileri geri
konuşanlar ve O’ndan başkasının peşine gidenlerin akibetlerinin perişan olma üzerine
mevzu üzerine
Bir gün Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Cebrail'e:
"Yüce Allah, 'seni âlemlere rahmet için gönderdim' (Enbiya 107)
buyuruyor. Bu rahmetten sen de istifade ettin mi?" demiş. O da:
"Evet, akıbetimden korkuyordum. Allah, bana: 'O elçi güçlüdür, Arş'ın
Sahibi katında yücedir. Orada (kendisine) itaat edilen ve güvenilendir'
(Tekvîr 81/20-21) şeklinde övgüde bulunduğu için sana iman ettim, demiş."[1]
İsmail Hakkı Bursevî
kaddesellâhü sırrahu’l azîz bu konuyu izah ederken şu görüşlere yer vermiştir:
“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin rahmet oluşu mutlak, tam, kâmil,
her şeyi içine alan, cami', gaybî, ilmî, aynî, vucûdî, şuhûdî, geçmiş ve
gelecekle ilgili tüm kayıtları kuşatan, ruhlar ve cesetler âlemi gibi diğer tüm
akıllılarla ilgili âlemleri de içine alan bir rahmettir...
Ey akıllı insan, iyi düşün ve anla ki Yüce Allah Teâlâ bize şunu haber
vermektedir: Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleminin nuru, Allah'ın ilk önce
yarattığı şeydir. Daha sonra tüm mahlûkatı nurunun bir bölümünden Arş'tan
toprağa kadar yaratmıştır...” [2]
Yine tahrif edilen Yuhanna
İncil'inde Hz. İsâ aleyhisselâm için söyleniyor denilse de
"Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım" müjdesine kavuşmuş Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem hakkında da şu şekilde söylendiğini hatırlatmakta
yarar görmekteyiz:
"...Her şey O'nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O'nsuz olmadı..."[3]
"...O, hep dünyadaydı, dünya O'nun aracılığıyla var oldu, ama dünya
O'nu (gerçeğiyle) tanımadı..."[4]
Bu sözlerle maksadımız
şudur ki kıskançlık ve hased duygusu insanın fıtratından doğmaktadır. Bu
duyguların imanî çerçevedeki durumu terbiye ile alakalıdır. Bu nedenle Müslüman
olması kişiyi bu huylardan uzak tutmaz. Yine Allah Teâlâ buyurdu ki;
Ebu’l Leys Semerkandî,
buradaki ifadeyi açıklarken "risâlet ve nübüvvetin anahtarları onların
ellerinde mi ki onları diledikleri yere koyuyorlar? Risâlete, kullarımızdan
dilediğimizi ancak biz seçeriz" demiştir.[6]
Fahreddin Râzî, buradaki rahmet
kelimesini izah ederken bu âyetin, bir önceki âyette müşriklerin "Kur'ân,
iki şehirden birindeki büyük bir adama indirilmeli değil miydi?"[7] şeklindeki
ifadelerinin cevabı olarak indirildiğini, dolayısıyla onların peygamber olarak
bekledikleri kişilerin de Mekke'den Velîd b. Muğîre Tâif’ten de 'Urve
b. Mes'ûd es-Sakafî olduğu ancak bu kişilerin Allah Teâlâ için bir mana
ifade etmediğidir..[8]
Allah Teâlâ Muhammed
sallallâhü aleyhi ve sellemi kendisine rasül ve kul seçmiştir. Bu seçimde hata
arayanlar dikkat etmelidir. O’nun habibini incitenler bir gün Hallac-ı
Mansur’un akıbetine uğrayacağını bilmelidirler. (Aman Ya Rabbî!)
Aşağıdaki alıntılar
ile Müslümanların Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem hakkında dikkatli olmaları edep ve tazimde durumlarının ne
olması gerektiğini anlamalıdırlar.
Mevlana Cami kaddesellâhü
sırrahu’l azîz Nefehat'ında " Hallac ne için i'dam edilmişdi?” konusunda bir rivayeti şu şekilde aktarıyor.
'Bir gün Hallâc'ın kalbinden
şöyle bir hâtıra geçti ki, Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem,
mi'râc esnasında “niçin yalnız mü'minlerin affını diledi de bütün insanların
affını dilemedi?”
O anda rûh-ı Nebî
mütecessid (zahiren bedene bürünmüş) olarak kapıdan içeri girdi ve
"Bizim kalplerimiz Allah Teâlâ'nın ilham mahallidir, oraya her ne
ilham edilirse öyle hareket ederiz. Eğer bütün insânların afvını dilemem ilham
edilmiş olsaydı öyle istirham ederdim" buyurdu. Bunun üzerine Hallaç, hata etmiş olduğunu anladı ve özür dilemek
üzere başından sarığını çıkarıp tezellül (aşağılanma- özür) tavrı aldı.
Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem Efendimiz;
"Sarığını çıkarmak kâfî değil, benim rızâmı kazanmak için başını da
vermelisin" buyurdu. Hallâc da bu
teklife rızâ gösterdi. Onun için dâr üzerinde bulunduğu sırada,
"bu işin sebebini ve kimin muradı olduğunu biliyorum, fakat itâ'at
ediyorum" demişti.[9]
Durumun inceliğini fark
etmek gerektiğini daha iyi anlamış bulunmaktayız.
Fatih’in Hocası Hz.
Akşemseddin, evliyaullahdan bu duruma düşmüşler
hakkında buyurdu ki:
Evliyadan bazıları zahir
güzelliğe nazar etmezler, daima o mübarek ruha nazar ederler. Hayran olurlar.
Çünkü Evliyaullahın, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin mübarek ruhuna
aşık olmaları gerekir ki Hakk’ın inayeti erişip “cemâl”e müşahit
olanlar. Zira Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin mübarek ruhu “Cemâlûllah”
a âyine düşmüştür. Ondan başka bir şeyden müşahede edilmez.
Evliyanın bu makamda çok
durmalarına sebep de budur. Baksana, dünya sevgililerinin aşkından âşık
olanlar —Mecnun gibi Ferhat gibi— meşhurdurlar. Hâlbuki o (âşıkların)
maşukları bütün sultanların sultanıdır.
Sevgililer sevgilisidir.
Hepsi onun hüsnünün nurundan bir nurdur. İster Yusuf aleyhisselâmın güzelliği
olsun ister başkasının güzelliği olsun, sadece aslî nur Ruh-ı Muhammedidir.
(veya aslı Ruh-ı Muhammedinin nurudur). O, zattan feyizlenir.
Her ne kadar, bunun gibi
güzelliğe karşı hayran olmak bedî'i (beğenilen) değilse de Evliyaullah o
makamda kalmışlardır. Onlardan her birine de “Cemâl ehli” derler. Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin mübarek ruhuna nazar ettiklerinden
dolayı o makamda zât'ı müşahade etmezler. Sadece Muhammed sallallâhü aleyhi
ve sellemin mübarek ruhuna nazar ederler. Onun için buna aşk makamı derler.
Zira, Evliyaullah bu makamla aşkın galebesinden kendilerini helak ederler.
Yahut parlak sözler söylerler. Hallac-ı Mansur’un hakkı olmayan ve Şeriat-ı
Muhammediye'ye münasip bulunmayan sözleri gibi – Rasûlüllah sallallâhü aleyhi
ve sellemin ruhundan edep etmezler.
(Böyle hallerde) Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin ruhu bir defada hakikât kılıcı ile helak eder. Şüheda
mertebelerini bulurlar. [10]
[1]
İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu'l-Beyân, Beyrut
1985, V, 527. Tabresî de benzer ifadeler kullanarak bu konuşmayı nakletmiş,
sonunda Cebrail'in: "Allah, bana 'O
elçi güçlüdür, Arş'ın Sahibi katında yücedir' kavliyle övgüde bulununca ben de
sana iman ettim" dediğini belirtmiştir" (Ebû Ali el-Fadl b. el-Hasan
et-Tabresî, Mecme'u'l-Beyân fı Tefsîri'l-Kur'ân, Beyrut
1994, VII, 106).
[2] İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu'l-Beyân, Beyrut
1985, V, 528
[4] Yuhanna 1:6-10.
[5]
Zuhruf 43/32.
[7]
Zuhruf43/31.
[9] Bkz:Tahirü'l-Mevlevi'nin"Hallac-ı
Mansur'a Dair" Risalesi
[10] Akşemseddin Makâmât-ı Evliya, 12. Bab