| |
İmanı Kaybetmeye Sebep Bir İncelik
Urvetü’l Vüskâ
(kuddise sırruh) bir gün hanımına buyurdu ki: Bugün kutb-ül muhakkikin,
vâris-ül mürselin, üzüntülü kalblerin ilâcı Hazret Hâce Behâeddin Nakşibend’in
(radıyallahu teâlâ anh) ruhâniyyetleri zahîr oidu ve buyurdu ki. ‘‘Bugün birkaç
göbekden kızım olan bir hanım evinize gedecek. Ona ta’zimve hürmet edesin. Eğer
bir kimse câhillik edip, fakrden nasibi olmak sebebiyle, giydiği elbisenin
değersizliğine bakıp gülerse [alay eder veya elbisesinden dolayı alay ve
hakaret gözü ile bakarsa imaranıb gitmesinden korkulur.”
Hazret-i Urvetü’l
Vüskâ’nın çocuklarının annesi bu sözleri işitince, sabahleyin erkenden evin
kapısına çıkıp, o bereketler hazînesi hanımı beklemeye başladılar. Bir müddet
sonra da beklenen hanım çıkageldi.
Urvetü’l Vüskâ
hazretlerinin hanımları, onu tam bir tevâzu hürmet ve edeple karşıladı ve
içeri aldı. Gerekli en güzel hizmetleri yerine getirdi. Müsâfîr olarak onlarda
kaldığı müddetçe, ona hizmetten. bir dakîka bile ayrılmadı. Ayrılıp gideceği
zaman îcâb eden herşeyi hazırladı. Mürîdlerin annesi. Hazreti Hâce-i büzürk
şâh-ı Nakşibend’in (kuddise sırruh) emirlerini yerine getirdiği için, Allahu
teâlâya şükr etti. O hanım da kaldığı müddetçe, gördüğü hüsnü kabûl ve hizmetlerinden
dolayı, çok memnûn olup, ondan razı olarak ayrıldı.
Kaynak:Mektubat-ı
Masumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 1, sh:35-36
Ay Bile Ağlar
Muhammed Ma’sum
Hazretleri vefât edecekleri senenin Şa’bân ayının onbeşincl gecesi [ki bu gece
Berât gecesidir, duâların kabûl olunduğu, ecellerin taksîm edildiği gecedir]
buyurdular ki, “Dolunayın ışığına bakın! Her zamanki gibi aydınlık mıdır, yoksa
ayın ışık vermesinde bir za’îflik var mıdır? Dışarı çıkıp baktılar. Mehtâb
yokdu. Hâlbuki onbeşinci gece idi ve hava da açık idi. Ya’nî ayın en parlak
görünme zamanı idi. Dikkatle baktılar ve buluta mı girdi diye düşündüler.
Gökyüzünde bulut göremediler. Bu hâl gece yarısına kadar devam etdi. Nihâyet
içeri girip, yüksek huzûrlarına geldiler ve “Ay, siyâh bir tencere gibi
gökyüzünde duruyor. Onda ışık göremiyoruz. Ne parlıyor, ne de ışık veriyor”
diye arz etdiler. Buyurdu ki: “Kutbun ismini varlık [yaşayanlar] defterinden
sildiler. Bunun için ay karardı ve ışık vermiyor. Ay bunun üzüntüsünden ışık
vermez oldu. Bu hâdise göklerdekileri de üzüntüye boğdu.”
Kaynak:Mektubat-ı Masumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 1,
sh:51
Afiyet Ehli
Hazreti Urvetü’l
Vüskâ’nın hastalıklarının başlaması şöyle oldu. Sıhhat ve âfiyetde olup,
(Mişkât-ül Mesâbîh)den ders verdikleri bir gün, şu hadîs- i şerîfe sıra
gelmişdi. Câbir (radıyallahu teâlâ anh) rivâyetiyle Resülullah (sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem) efendimiz buyurdu:
“Afiyet ehli [sağlam ve sıhhatli yaşayanlar] kıyamet günü, belâ ve derd
sâhiblerine sevâblar verilirken, dünyâda derilerinin makasla doğranmış
olmalarını arzû ederler.” Bu hadîs-i şerîfi Tirmizî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) rivayet eyledi. İşte bu mubârek hadîsi okuyunca,
kendilerine derd ve belâ gelenlerden olmak istediler ve bu istekleri ile berâber,
o ânda ayaklarında şiddetli bir ağrı hissettiler. Elleri ile ayaklarını
kuvvetle tutdular ve dersi kestiler. Hazır olanlar, ayaklarında bir ağrının
meydâna geldiğini anladılar. Fakat kendileri bu rahatsızlık ve ağrıdan hiç bahs
etmediler.
Çünki bunu
istemişlerdi.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 1,
sh:53
Onlar Gidince Yer Sarsılır
Urvetü’l Vüskâ
hazretlerinin râhatsızlandı. Serhend’de olduğu gibi, Lahor ve
Peşâver gibi yakın şehirlerde de böyle sesler duyuldu. Oradakiler, Urvetü’l
Vüskâ hazretlerinin râhatsızlığının bu hadde geldiğini bilmiyorlardı. Bu sesi
duyunca, o geceyi kayd etdiler. Bu hâdise her tarafa yayılınca, o sesin târihi,
vefât ile berâber olduğu anlaşıldı.
O gün büyük bir
zelzele oldu. Evin üstündeki şeyler yere döküldü. Sallanma, gürültü, tanıma
sesleri birbirine karışdı. Sanki kıyâmet kopuyordu. Şübbesiz ki, kıyametin
habercisi büyük bir hâdise idi. Çünki âlemin ve âtemdekilerin kayyümu idiler.
Vefatında âlemin kıyâmında kırılmalar oldu.
O esnada temiz
kızlarından biri iki rek’at namaz kıldı. Namazı bitirince, bakdı ki, o
sallantıda namaz esnasında arkası kıbleye gelmiş. Zelzelenin te’sîrinden veya
üzüntü ve eleminin çokluğundan yönleri şaşırmış, doğuyu batıdan, kuzeyi
güneyden ayıramamış. Nitekim kıyâmet günü de böyle olacakdır.
Âyet-i kerîmede,
insanlan serhoş olmuş görürsün” buyuruldu. Son sözlen selâm oldu. Ya’nî bir
müslümanın bir müslümandan veya müslümanlardan ayrılırken, Esselâmü aleyküm
dediği gibi, esselâmü aleyküm dediler. Peygamber efendimizin, meleklerin ve
evliyanın huzûrlarına kavuştular. Beyt:
Ne hoş olur, o hâlimde yâr çıka gelse,
Yüzünü görebilsem, can ona fedâ olsa.
Vefâtları, Rebı
ül-evvel ayının dokuzuncu günü oian Cumartesi öğle vaktinde vuku’ buldu. Hicri
binyetmişdokuz 1079 [m. 1668] senesi idi.
İnnâ lillahi…
Beyt:
Zannetme ki, cânını beyhude yere verdi,
Cânândan bir nûr gördü, ona canını verdi.
Canları yakan bu
hâdiseden sonra, bütün cihâna, o kadar belâ, âfet ve musibetler geldi ki,
anlatmağa kalkışırsak, çok uzun sürer. Sanki onların dünyâdan batışı ile gam ve
mihnet doğdu. Beyt:
Sen gidince bahçeden, lâle yüzler diken oldu,
Nergis, süsen ve gülün hepsi sarardı soldu.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 1,
sh:59
Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellemi Sevmek
ONUNCU MEKTÛB
Hâce Dînâr’a gönderilmiş olup Kâinâtın Serverini övmekte ve Ona (sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem) tâbi’ olmağa teşvîk etmektedir:
Allahu teâlâya hamd,
seçtiği kullarına selâm olsun. İki dünya seâdetine kavuşmak, iki dünyanın
Efendisine (aleyhi ve alâ âlihissalâtü ves-selâm) tâbi’ olmağa bağlıdır. Ya’nî
Cehennemden kurtuluş, O iyilerin Efendisine uymağa, Cennete girmek de yine O
seçilmişlerin İmamına [önderine] mütabeata bağlıdır. Hak teâlânın
rızâsına kavuşmak ise, yine O seçilmişlerin Efendisinin izinden gitmek şartıyla
mümkündür. Ona uymadan yapılan tevbe, zühd, tevekkül ve dünyadan
kesilme makbûl değildir. Onu tevessül etmeden olan zikirler, fikirler,
şevkler ve zevkler neticesizdir. Peygamberler Onun hayat pınarından bir bardak
içmekle doymuş ve kanmışlar, evliyâ Onun nihâyetsiz denizinden bir yudumla
kemâle gelmişlerdir. Melek Onun tufeylîsi, felek Onun huveylisidir. Varlık ipi
O’na bağlı, var olma zinciri Ona merbuttur. Rubûbiyyetin zuhûru yine Ona
bağlıdır.
Kısaca kâinât hep Onun
arkasındadır ve kâinâtı yaratan celle celâlühü Onun nzâsını istemektedir.
Nitekim hadîs-i
kudsîde:
“Ben senin rızânı isterim yâ Muhammed” buyuruldu.
Beyt:
İsyan ile kişi kalmaz
rehinde,
Gitmişse böyle bir
rehber izinde.
Şiir:
Rasûlullah bir nurdur, her şey Ondan nurlanır,
Kısaca Allahın kılıcı ismini alır.
Salâvâtullahi teâlâ ve
teslîmâtühü sübhânehü aleyhi ve alâ âlihi ve sahbihi küllemâ zekerehüz-zâkirûne
ve küllemâ gafele an zikrihil-gafilûn salaten tekünü leke rıdaen ve li hakkıhı
edâ.
Bunun için mes’ûd gençlere ve akıllı tâliblere lazımdır ki, zâhiren ve
bâtınen [bedenleri ve kalbleri ile beraber] Ona ittiba’ etmeğe çalışsınlar. Bu devlet ve seâdeti olumsuz kılan ne varsa, beden ve kalb gözlerini
ondan yumsunlar ve yakînen, tekrar yakînen bilsinler ki, bir kimsenin binlerce
bin kere fazileti olsa ve Resûlullaha mütabeatta gevşek ve önemsemez şekilde
davransa, böyle bir kimsenin sohbeti ve sevgisi öldürücü zehirdir. Ama bu
fazîlet ve hârika hâllerden hiç birine sâhib olmayan bir kimse, ittiba’da
sağlam ve şaşmaz olsa, onun sohbeti ve muhabbeti en büyük şifâ ve ilâcdır.
Beyt:
Sa’di safa yolu muhildir sana,
Uyarsan Musatafanın yolundan başkasına.
Aleyhi ve alâ
âlihissalavâtü vet-teslîmât vel-berekât-ül-ulâ.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 1,
sh:86-87
Dilerim Senden
BEŞİNCİ MEKTÛB
Vaktin Sultanına.
Kalbin ve nefsin fenâsından ve va’z ve nasîhat olarak çok mühim bir hadîsten
bahseder:
Ni’metler sâhibi
Allahu teâlâya hamd ve şükürler olsun. İnsanların efendisi Resûlüne salâtü
selâm, kerîm olan âline ve büyük insanlar olan eshâbına en iyi duâlar olsun.
Fakîrlerin en fakîri yüksek ve yüce huzurunuza arz eder: Sizin bu duâcınız, her
ne kadar görünüşte yakınınızda ve huzurunuzda bulunup size bil-fiil yardım ve hizmetten
uzak ise de, bu günlerde hazırlandığınız büyük harb ve cihadlarda yer alamıyor
ise de, ma’nâ ve hakîkat bakımından sizinle beraberim, hizmetinizdeyim,
yanınızdayım. Fethinize yardım ve duâlarımla nusretteyim. Bu hususta üzerime
düşeni yapmaktayım. Mısra’:
Sa’dînin yüzü ve gönlü hep sizinledir.
Hadîs-i şerifte: “Kişi
sevdiği iledir” buyuruldu. Sevgi, muhabbet dürüst ve tam olunca her
savaş meydanında ve her bir yerde yüksek hizmetinizden ayrı sayılmaz ve ma’nen
her yerde sizinle beraber olur. Güzel denmiştir. Beyt:
İçerden beraber ol ve dışardan el gibi,
Böyle güzel bir sıfat bu cihanda yok gibi.
Evet, sofî kâin ve
bâindir. Ya’nî görünüşte halk ile beraberdir, hakîkatta ise onlardan ayrıdır.
Çünkü onun bâtını ve hakikati, onun zâhirinden belki Allahu Teâlâdan gayri her
şeyden kesilmiş, uzaklaşmış ve gayb-ül-gaybe kavuşmuştur.
Onun zâhirdeki gafleti
bâtınına sirayet etmez [işlemez]. Avamda bâtınla zâhir biribirine karışmış
olup, zâhirin gafleti bâtına sirayet etmektedir.
Bâtını zâhirinden çok
ayrılmış havâs ise böyle değildir ve zâhirin gafleti bâtına işlemez ve onun
huzûr ve uyanıklığına nâkısa getirmez. Çünkü huzûr ve âgâhi [uyanıklık] onda
meleke olmuştur ve sıfat-ı lâzımı olmuştur. Tıpkı göz ve kulak gibi olup,
hiçbir şekilde ondan ayrılmazlar. Bu yolun saliklerinin bazısına, bu mâsivâdan
kesilme ve Hakk teâlâdan gayrisini unutma o kadar kuvvetli olur ki, Hak
teâlâdan başkasını hatırlamak için kendini zorlasa, hatta Nuh aleyhisselâmın
ömrü kadar uğraşsa yine hatırına getiremez. Bu kemâl velayet kemâlâtının daha
ilkidir ki, buna “kalbin fenası” derler. Eşyanın husûlî ilminin zevâline
bağlıdır.
Eğer bu makâmdan
terakkî eder ve ilmin âlimle birleştiği makâmda huzûrî ilme kavuşursa ve huzûrî
ilmi, husûlî ilim gibi geride bırakırsa, o zaman “nefsin fenâsına” kavuşur.
Bundan sonra nefs,
itmînan makâmına gelir ve ahkâm-ı İlâhîye münkad [boyun eğmiş, kabûllenmişj
olur ve hakîkî İslâmla şereflenir, Hak teâlâdan razı olmuş ve Hakk teâlâ da
ondan râzı olmuş olur:
“Ey mutmainne olmuş nefs, Rabb’ine ondan râzı olmuş ve O da senden râzı
olmuş olarak dön!” âyet-i kerîmesi bunu
bildirmektedir.
Bu iki kemâlin üstünde
başka kemâller daha vardır. Onlara erişmek, bu iki kemâle kavuştuktan sonradır.
Onlardan ne anlatayım. Mısra’:
Gül bahçemi gör de, baharımı anla.
Bu mektûbu Peygamber
efendimizin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîfi ile
bitirelim:
Muaz bin Cebel
(radıyallahü teâlâ anh) bildirir: Bir sabah namazına Resûlullah her zaman
geldiği vakitte gelmedi. Nerede ise güneşin kursunu görecektik, hâlâ evinden
çıkmadı, derken sür’atle evinden çıktı ve hemen namaza koyuldu. Kısa sûrelerle
namazı kıldırdı. Selâm verip, yerinizden ayrılmayın buyurup dedi ki:
Bu sabah beni her
zamanki vakitte sizden ayıran sebebi size haber vereyim. Gece kalktım, abdest
alıp, kılabildiğim kadar namaz kıldım. Namazda iken hafif bir uyku bastırdı,
ağırlandım. Bir de ne göreyim, güzellerin güzeli Rabbim teâlâ ile
beraberim.
Bana en güzel sûrette
göründü. “Yâ Rasûl”, buyurdu. “Lebbeyk [emr et] Rabbim”, dedim. “Mele-i
a’lâ melekleri nerede anlaşamazlar”, buyurdu. “Bilmiyorum”, dedim.
Üç defa suâli tekrar etti. Üçünde de “bilmiyorum”, dedim.
Gördüm ki, Rabbim iki elini kürek kemiğimin arasına koydu. Öyle ki, göğsümde
parmaklarının soğukluğunu hissettim.
Birden her şey bana
açıldı ve her şeyi bilir oldum. “Yâ Rasûl”! Buyurdu. “Emret
Rabbim” dedim. “Mele-i a’lâ melekleri nerede anlaşamazlar”, buyurdu.
“Keffâretlerde dedim”. “Onlar nedir”? Buyurdu.
“Ayakların cemâate gitmesi, namazdan sonra çıkmayıp mescidde oturmak ve
zorluk zamanında iyi abdest almak” dedim. “Sonra,
başka nerde anlaşamazlar” buyurdu. “Derecâtta” dedim. “Onlar nedir”? Buyurdu.
“İnsanlara yemek yedirmek, yumuşak, tatlı sözlü olmak ve insanlar uykudayken
kalkıp namaz kılmak”, dedim. “Dile benden” buyurdu. Dedim ki:
“Allahümme innî es-elüke fi’lel-hayrât ve terkel-münkerât ve hubbel-mesâkîn
ve en tagfirelî ve terhamenî ve izâ eredte fitneten fi kavmin fe-teveffenî
gayre meftun. Ve es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhibbuke ve hubbe amelin
yukarribunî ilâ hubbike.”
Bundan sonra Resûlullah
(sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem):
“Bu rüyâ gibi olan
hâl, haktır, doğrudur. Bunu öğrenin ve öğretin”. Muhammed bin İsmâil’e [İmamı
Buharîye] bu hadîs-i şerîfi sordum. Bu hadîs sahihtir buyurdu. Ahmed ve Tirmizî
rivâyet etmekte ve bu hadîs hasendir, sahîhtir yazmaktadır.
عن معاذ بن جبل -رضي الله عنه- قال احتبسَ عنَّا رسولُ اللهِ صلَّى اللهُ عليهِ وسلَّمَ ذاتَ غداةٍ من صلاةِ الصبحِ حتى كِدْنا نتراءَى عينَ الشمسِ فخرجَ سريعًا فثوَّبَ بالصلاةِ فصلَّى رسولُ اللهِ صلَّى اللهُ عليهِ وسلَّمَ وتجوَّزَ في صلاتِه فلمَّا سلَّمَ دعا بصوتِه فقال لنا على مصافِّكم كما أنتم ثم انفتلَ إلينا فقال أما إني سأُحدِّثُكم ما حبسني عنكم الغداةَ أني قمتُ من الليلِ فتوضأتُ فصلَّيتُ ما قُدِّرَ لي فنعستُ في صلاتي فاستثقلتُ فإذا أنا بربِّي تبارَك وتعالَى في أحسنِ صورةٍ فقال يا محمدُ قلتُ ربِّ لبَّيكَ قال فيمَ يختصمُ الملأُ الأعلَى قلتُ لا أدري ربِّ قالها ثلاثًا قال فرأيتُه وضعَ كفَّهُ بينَ كتِفَيَّ حتى وجدتُ بَرْدَ أناملِه بينَ ثدييَّ فتجلَّى لي كلُّ شيٍء وعرفتُ فقال يا محمدُ قلتُ لبَّيكَ ربِّ قال فيمَ يختصمُ الملأُ الأعلى قلتُ في الكفَّاراتِ قال ما هنَّ قلتُ مشيُ الأقدامِ إلى الجماعاتِ والجلوسِ في المساجدِ بعدَ الصلاةِ وإسباغِ الوُضوءِ في المكروهاتِ قال ثمَّ فيمَ قلتُ إطعامُ الطعامِ ولينُ الكلامِ والصلاةُ بالليلِ والناسُ نيامٌ قال سَلْ قلِ
اللهمَّ إني أسألُكَ فِعْلَ الخيراتِ وتَرْكَ المنكراتِ وحُبَّ المساكينِ وأن تَغفرَ لي وتَرحمَني وإذا أردتَ فتنةً في قومٍ فتوفَّني غيرَ مفتونٍ وأسألُك حُبَّكَ وحُبَّ من يُحبُّكَ وحُبَّ عملٍ يُقرِبُنى إلى حُبِّكَ
قال رسولُ اللهِ صلَّى اللهُ عليهِ وسلَّمَ إنها حقٌّ فادرسوها ثم تعلَّموها
الراوي : معاذ بن جبل | المحدث : البخاري | المصدر : سنن الترمذي
الصفحة أو الرقم: 3235 | خلاصة حكم المحدث : حسن صحيح | انظر شرح الحديث رقم 36241 Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 2,
sh:29-30
Pişman Değilim Bende Hep Bunu Dedim
Süleyman Kuku
hazretlerinin Muhammed Ma’sûm efendimizle alâkalı iki hatırası
1.
Kuşluk vakti kaylûlede idim. Muhammed Ma’sûm hazretleri göründü. Buyurdular:
“Şimdi sağ olsam, bu Mektûbâttaki her mektûbun evveline Resûl-i ekremin
(sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) nasıl namaz kıldığını, namazı nasıl
kıldığını, namaza nasıl niyyet ettiğini, namazda rabbi ile nasıl olduğunu
yazmak ve bütün ümmete duyurmak isterdim.”
2.
Bir gece rüyâda Hak teâlâ tecelli etti ve bana bir ses: “Şu anda Hak teâlâyı
Muhammed Ma’sûm hazretlerine tecelli ettiği gibi görüyorsun” buyurdu.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 2-3,
sh:559
Çok Sevenlerde Bilseler Bu Konuyu
Yüzkırkyedinci Mektûb
Mîr Muhammed Hafi’ye. Vakti değerlendirmek ve insanların ihtiyaçlarını
görmenin fazîleti ve güzel ahlâklı olmak hakkında hadîs-i şerîfler:
“Allahu teâlâ sizi ve
bizi, Habîbi, sevgilisi ve Peygamberlerin en üstünü Muhammed aleyhisselâma
tâbi’ olmakla şereflendirsin!
Ey merhametli
kardeşim! Dünya hayâtı çok azdır. Ebedî ve sermedî olan muâmeleler buna bağlıdır
[âhıret hayatında, dünyada yaptıklarımızın karşılıklarını göreceğiz] Bu dünyada
en mes’ûd kimse, kısa ömründe, âhırete yarayacak işler i yapan, onları adâlete
ve rahata kavuşturacak bir makâm, bir vazîfe ihsân etmiştir.
Bu büyük ni’mete çok
şükr ediniz! Buna şükr etmek, Allahu teâlânın kullarının
ihtiyâçlarını karşılamakla olur. Kullara hizmet etmeniz dünya ve âhıret
derecelerine kavuşmanıza sebeb olacaktır. Bunun için, Allahu teâlânın kullarına
iyilik etmeğe, güleryüz, tatlı dil ve güzel huy ile onlara
kolaylık göstermeğe çalışınız!
Bu çalışmanız, Allahu
teâlânın rızâsını kazanmanıza ve âhırette yüksek derecelere kavuşmanıza sebeb
olacaktır.
Hadîs-i şerîfte: “İnsanlar
Allahu teâlânın ıyâlidir [ev halkıdır]. Kulların Allah’a en
sevgilisi Onun hâne halkına iyilik edendir” buyuruldu.
Müslümanların
ihtiyâçlarını karşılamanın ve onları sevindirmenin ve güzel huylu ve yumuşak ve
sabırlı olmanın fazîletini ve sevablarını bildiren hadîs-i şerifler çoktur.
Bunlardan birkaçını yazıyorum. Dikkat ile okuyunuz. Ma’nâsını iyi
anlayamadığınız olursa, dinini iyi bilen, dinine sarılmış olan hakîkî
âlimlerden sorunuz.
Bir hadîs-i şerîfte “Müslüman, müslümanın kardeşidir, ona zulm etmez. Onu
sıkıntıda bırakmaz. Kardeşine yardım edene, Allahu teâlâ yardım eder. Kardeşinin
sıkıntısını giderenin, Allahu teâlâ kıyâmet günü sıkıntısını giderir. Bir
müslümanı sevindireni, Allahu teâlâ kıyâmet günü sevindirir. Bir müslümanın
aybını örtenin kıyâmet günü aybını örter” buyuruldu. [Buhârî ve Müslim]
Bir hadîs-i şerîfte “Din
kardeşine yardım edenin yardımcısı, Allahu teâlâdır” buyuruldu.
Bir hadîs-i şerîfte “Allahu
teâlâ, bazı kullarını insanların ihtiyâçlarını karşılamak için yaratmıştır.
Derdli olanlar, bunlara sığınırlar. Bunlar kıyâmet gününün azâbından
emindirler” buyuruldu. [Taberânî]
Bir hadîs-i şerîfte “Allahu
teâlâ, bazı kullarına çok ni’metler vermiş, bunları derdli kullarına derman
için sebeb yapmıştır. Bu ni’metleri muhtâc olanlara vermezlerse, ellerinden
alıp, başkalarına verir” buyuruldu. [İbni Ebiddünya ve Taberânî]
Bir hadîs-i şerîfte “Din
kardeşinin ihtiyâcını karşılayana, on sene itikat sevabı verilir. Allah rızâsı
için bir gün itikâf eden ile Cehennem ateşi arasında üç hendek uzaklık vardır.
İki hendek arası, şark ile garb arası gibi uzaktır” buyuruldu.
[Taberânî, Hâkim rivâyet etti ve Sahih-ül isnaddır dedi.]
Bir hadîs-i şerîfte “Bir
din kardeşinin ihtiyâcını karşılayan kimseye Allahu teâlâ, yetmiş beş bin melek
gönderir. Sabahdan akşama kadar onun için duâ ederler. Akşam ise, sabaha kadar
duâ ederler. Her adımı için bir günahı afv olur ve bir derece
yükseltilir” buyuruldu. [İbni Hibbân ve başkaları]
Bir hadîs-i şerîfte “Bir
mümin kardeşinin ihtiyacını karşılamak için giden kimseye, her adımı için
yetmiş sevab verilir ve yetmiş günahı afv olunur. Onu sıkıntıdan kurtarınca,
anadan doğmuş gibi günahlardan kurtarılır. Bu yardımı yaparken ölürse, hesabsız
olarak Cennet’e girer” buyuruldu. [İbni Ebiddünya]
Bir hadîs-i
şerîfte “Bir din kardeşinin sıkıntısını gidermek için, onunla hükümete
[mahkemeye] giderse, sırât köprüsünü ayağı kaymadan geçenlerden olur” buyuruldu.
[Taberânî]
Bir hadîs-i
şerîfte “Amellerin, ibâdetlerin efdali, en kıymetlisi, bir mümini
sevindirmek veya elbise vermek veya aç ise doyurmak veya herhangi bir
ihtiyâcını karşılamaktır” buyuruldu. [Taberânî]
Bir
hadîs-işerîfte “[Farzlardan sonra] amellerin en kıymetlisi, bir
müsülümanı sevindirmektir” buyuruldu. [Taberânî]
Bir hadîs-i şerîfte “Bir
kimse, mümin kardeşini sevindirince, Allahu teâlâ bu sevindirmeden bir melek
yaratır. O kimse ölünceye kadar bu melek hep ibâdet eder. Ölüp kabre konunca,
yanına gelerek, beni tanıyor musun, dedi. Hayır, sen kimsin deyince, bir
müslümana vermiş olduğun sevincim. Bu gün senin yalnızlıktaki arkadaşın,
hüccetini [Lâ ilâhe illallah] telkîn edicin, seni kavl-i sâbit [Lâ ilâhe
illallah] kavli üzere tutucu olmak ve suâl meleklerine cevâb verirken yardımcı
olmak ve cevâblarına şehâdet etmek için, şimdi sana gönderildim.
Kabirde ve kıyamette sana şefaat edeceğim. Sana Cennet’teki makâmını
göstereceğim der” buyuruldu. [İbni Ebiddünya ve Ebüşşeyh],
Çok kimsenin Cennet’e girmesine sebeb olan şey nedir, denildikte “Takvâ,
ya’nî haramlardan sakınmak ve güzel huylu olmaktır” buyuruldu. Çok
kimsenin Cehennem’e girmesine sebeb olan şey nedir, denildikte “Dili ve
tercidir. Ya’nî tenasül uzvudur” buyurdu. [Tirmizî, İbni Hibbân ve
Beyhekî] Bir hadîs-i şerîfte “Müminlerin îmanı kâmil [tamam] olanı,
huyu güzel ve zevcesine karşı yumuşak olandır” buyuruldu, [Tirmizî ve
Hâkim] Bir hadîs-i şerîfte “Bir kul, güzel ahlâkı sebebi ile âhırette yüksek
derecelere kavuşur ve ibâdetlerine kat kat fazla sevab verilir. Kötü huy,
insanı Cehennem’in derin tabakalarına sürükler” buyuruldu. (Taberânî|
Bir hadîs-i şerîfte “Size
ibâdetlerin bedene en kolayı ve hafifini haber vereyim mi? Susmak ve güzel
huylu olmaktır” buyuruldu. [İbni Ebiddünyâ]
Bir kimse,
Resûlullah’ın karşısına gelip, Allahu teâlânın çok sevdiği amel
nedir deyince “Güzel huylu olmaktır” buyurdu. Sağ
tarafından gelip, tekrâr sorunca “Güzel huylu
olmaktır” buyurdu. Diğer tarafından gelip sorunca, yine “Güzel
huylu olmaktır” buyurdu. Sonra, dolaşıp arkadan sorunca,
Resûlullah (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) mubârek yüzünü buna
çevirerek “Niçin anlamıyorsun? Güzel huy, elden geldiği kadar kızmamak
demektir” buyurdu. [Muhammed bin Nasr Mervezî]
Bir hadîs-i
şerîfte “Ben üzerime aldım; haklı olduğu halde dahî münâkaşa
etmeyen kimse, Cennet’in kenarında bir köşk verilecektir. Latife [şaka] olarak
dahî, yalan söylemeyene Cennet’in ortasında bir köşk verilecektir. Güzel huylu
olana, Cennet’in en yüksek yerinde bir köşk verilecektir” buyuruldu.
[Ebû Dâvud, İbni Mâce vîît lirimizi]
Hadîs-i kudsîde “Bütün
dinler içinde, bu dini seçtim. Bu din, cömertlik ile ve güzel huy ile tamam
olur. Bu dini elinizden geldiği kadar bu ikisi ile tamamlayınız!” buyuruldu.
[Taberânî ve Bezzâr]
Hadîs-i şerîfte “Güzel
huy, elinizden geldiği kadar suyun buzu erittiği gibi, günahları eritir. Kötü
huy, sirkenin balı bozduğu gibi, ibâdetleri bozar” buyuruldu.
[Taberânî]
Bir hadîs-i
şerîfte “Allahu teâlâ refiktir. Her işinde yumuşak huylu olanı
sever” buyuruldu. [Buhârî ve Müslim]
Bir hadîs-i
şerîfte “Allahu teâlâ yumuşaktır, yumuşak huyu sever, böyle kimseye hep
yardım eder. Aksine sert kimseye yardım etmez” buyurdu. [Taberânî]
Bir hadîs-i
şerîfte “Size haber vereyim mi? Kim Cehennem’e haramdır ve Cehenem kime
haramdır? Yumuşak huylu, tatlı sözlü ve kolaylık gösterendir” [Tirmizi]
Bir hadîs-i şerîfte “Teenni
[sabırlı ve düşünerek iş yapmak] Allah’dan, acele şeytandandır. Allah’dan
çok özür dilemek mecburiyetinde kalmayanı sever, Allahu teâlâ hilmi, ya’nî
yumuşak huyu sever” [Ebû Yâ’lâ]
Bir [hadîs-i şerîfte “Kul,
hilm ile, gündüz oruç tutmuş, geceyi ibâdetle geçirmişlerin sevabına
kavuşur.” [İbni Hibbân]
Bir hadîs-i şerîfte “Gadab [kızgınlık] zamanında, yumuşak davrananı Allahu
teâlâ çok sever.” [İsfehânî]
– Bir hadîs-i şerîfte “Sert olana
karşı yumuşak davrananı ve zulüm yapanı afv edeni ve kendisini mahrûm bırakana
ihsân yapan ve kendisini aramayanı ziyâret edeni Allahu teâlâ yüksek derecelere
kavuşturacak ve Cennet’te köşkler ihsân edecektir.” [Taberânî,
Bezâr] i Bir hadîs-i şerîfte “Pehlivân
[yiğit]
güreşte, yarışta
kazanan değil, gadab zamanında nefsine hâkim olandır.” [Buhârî ve Müslim]
Bir hadîs-i şerîfte “Güleryüzle selâm verene sadaka sevabı verilir.”
fİbWEpiddünyâ]
Bir hadîs-i şerîfte “Din kardeşini güleryüzle karşılamak, emr-i ma’rûf ve
nehy-i münker yapmak ve din bilgileri unutulduğu, dalâletin ^yayıldığı zamanda
bir kimseyi dalâletten kurtarmak ve yollardan, pıeydanlardan taş, diken ve
benzeri şeyleri kaldırmak ve su kabındaki suyu başkasının kabına doldurmak hep
sadakadır.” [Tirmizî]
Bir hadîs-i şerîfte “Cennet’te, dışarıdan içerisi, içeriden dışarısı
görülen köşkler vardır. Bunlar tatlı sözlü olanlara, açları doyuranlara ve
herkes uykuda iken namaz kılanlara verilecektir.”
Bü hadîs-i şerîfler,
Tergîb ve Tergîb kitabından alındı. Bu kitab kıymetli hadîs kitablarındandır.
Allahu teâlâ hepimize
bu hadîs-i şeriflere uymak nasîb eylesin. Hal ve Bereketlerinizi bu hadîs-i
şeriflerle kontrol ediniz. Uyanlar için Allah’a şükr ediniz. Uymayanlar için
de, bu hadîs-i şeriflere uygun amel etmek için AIIahu teâlâya çok
yalvarın. Hâli uygun olmayanın da kusurunu anlaması büyük bir ni’mettir.
Kusurlu olduğunu anlamayan, bunun için üzülmeyen kimsenin dini, îmanı zaif
olduğu anlaşılır.
Beyt:
Kim bulduysa, o büyük devlet buldu,
Bulmayana bulmamak derdi çok oldu.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 1,
sh:315-319
Bize Korku Yok Efendimiz Var
Yüzyetmişinci Mektûb
Mîrza Muhammed Emir Buhâriye: Peygamberler (aleyhimüsselam) rızâ
makâmında oldukları hâlde, niçin: “Rabbin sana verecek ve sen râzı olacaksın”
[Duha-5] buyuruldu:
Bismillahirrahmanirrahîm.
Allahu teâlâya hamd, seçtiği kullarına selâm olsun. Husûsen Seyyid-i verâ,
sâhib-i kabe kavseyn ev ednâ ve âline, iyi temiz eshabına salâtü selâm olsun.
Kıymetli mektûbunuz bizi şereflendirdi. Afiyette olun ve şerîat ve sünnet
caddesi üzere istikamette yürüyün. Suretten hakikate, zilden
asla doğru kayın.
Yazıyorsunuz: “İhlâs
ve muhabbet gün be gün artmaktadır.” Bunun için Allahu teâlâya
hamd olsun. Ümidim odur ki, muhabbet ateşi yakında alevlenir
ve şevk dalgaları yükselir ve mâsivâdan tamamen kurtulur ve özlediğiniz uzak
maksadınıza kavuşursunuz.
Yazıyorsunuz ki:
Enbiyâ (aleyhimussalavât vel-berekât) rızâ makâmında idiler. Âyet-i kerîmede
ise:
“Sen râzı oluncaya kadar rabbin sana verecek” buyuruluyor.
Bunun ma’nâsını iyi
anlayamadım. Mahdûmâ; rızâ iki çeşittir. Biri atıyye ihsân olmadan önceki
rızâdır. Bugün bu rızâ hâsıldır, vardır. İhsân edilsin, edilmesin, ni’met veya nikmet
bu rızâda beraberdir. O taraftan ne gelirse ve ezefî kaza ne takdir etmişse
buna râzı olmaktır. Ama bir rızâ daha vardır ki, bu atıyyenin, ihsânın
varlığından sonradır. Peygamber Efendimiz (sallallahü teâlâ aleyhi ve âlihi
vesellem) kıyamet gününde, sayısız atıyye ve ni’metlerle şereflendirilecek ki
bunlar, şefâatinin kabulü, ümmetinin bağışlanması, Arşın üzerine oturtulması ve
benzeri atıyye ve bahşişlerdir.
Peygamber efendimiz
(aleyhissalâtü vesselâm) buyuracak:
“Yeter, razı oldum.”
Muhammed Bâkır hazretlerinden
menkuldur. Buyurdu ki: Sizin Irak âlimleriniz, Kur’ânda en ümid verici ayet:
“Allahu teâlânın rahmetinden ümidinizi kesmeyin”[Zümer-53] ayetidir. Biz Ehl-i Beyt ise:
“Rabbin sana o kadar verecek ki, sen râzı olacaksın.”
Ümidin çok olduğuna inanıyoruz.
Çünkü Resûl-i ekrem (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem), ümmetinden bir tekinin
bile Cehennemde olmasına râzı olmaz. Ama yine de deriz ki, bütün insanlar göz
önüne getirilince en çok ümid veren âyet birincisi, ama yalnız bu ümmet söz
konusu olursa İkincisi olur. Bu iki rızânın birbirine uymaması farklı oluşları,
iki ma’lûmun hâil itibâriyle iki ayrı bilmek gibidir. Çünkü Allahu teâlâ ezelî
ilmi ile her şeyi ayrı ayrı biliyor. Buna rağmen, bu:
“Allahın dinine ve peygamberlerine gaybe inanarak yardım edenleri
belirlemesi içindir” [Hadid-25] ve:
“Elbette Allah doğrulan ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya
koyacaktır” [Ankabût-3] buyuruyor.
Bunlar ve benzerleri,
eşyanın vücûda gelmeden önce, ilm-i ezelî ile onları bildiğini göstermektedir. İkinci
ilim [bilmek] ise, eşya vucûde geldikten sonradır. Tabi bu iki ilim farklı
olacaktır. Bununla beraber deriz ki, sen razı olacaksın rızânın ziyâdesidir.
Rızânın aslı önce var idi, şimdi ziyâdesi hâsıl olacak demektir. Eğer denirse
ki, 0 server (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) devamlı rızâ ile mevsuftur o
hâlde, imamın, ümmetinden bir kişi Cehenneme gitse râzı olmaz, sözünün ma’nâsı
nedir? Ve nzâ ve rızâsızlık bir yerde nasıl bir arada olur?
Cevabında deriz ki,
râzı olmaz demek, memnûn ve mesrur olmaz demektir. Memnûniyet yoksa üzüntü
olur; bu da kazaya rızâsızlık değildir ki bir arada bulunmasınlar. Büyük
musîbetlerde mümin neşeli ve açık kalbli olmaz. Belki gamlı ve mahzun olur.
Bununla beraber kazaya rızâsı vardır.
“Gözümden yaş akar, kalbim mahzundur, ben senin firakın ile [ayrılığınla]
mahzunum, yâ İbrâhim!”
Resûl-i ekremin
(sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) sözüdür. Tâhâ sûresinde rızâ aynı
manadadır.
“Rabbinden hoşnud olasın” [130].
Vedduha sûresinde de,
rızâ sevinmek, hoşlanmak ma’nâsında alınırsa, suâle lüzûm kalmaz. Vesselâm
evvelen ve âhirân.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 3,
sh:478-479
Ondan Başkası
KIRKINCI MEKTÛB
Medine’de bulunan Şeyh
Hüseyin Halvetî Rûmî’ye. Hep Allahu teâlâya müteveccih olmaktan bahseder:
Allahu teâlâya hamd,
seçtiği kullarına selâm olsun.
Kıymetli mektûbunuz bu
miskine ulaştı. Hep Allahu teâlâya müteveccih, ikbal
[dönmüş]
ve ibtihâl [tazarru,
yalvarma] üzere ve Ondan gayrisinden kopmuş olun. Ariflerin kalbleri Onun
muhabbet ateşi ile tutuşur, sevenlerin ciğerleri Onu istemek arzusuyla
hararetlenir. Kalbinde Ondan başka derdi olmayana müjdeler olsun, Ondan
başkasını düşünmeyen, anlamayana mutluluklar olsun.
Allahdan yüz çevirene
korkular, yolunu bozup günâh işleyene üzüntüler, korkular olsun.
Allahı istemede ve Ona
tâatte eksiksiz bir olmaya çalış, rızâsını kazanmada, celvet ve halvetlerde hep
zikri ve murakâbesi ile meşgul ol ki, nihâyetin nihâyetine erişesin.
Vessalâtü vesselâmü
aiâ efdalil-mükevvenât.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul,
Otuzsekizlnci MEKTÛB
Molla Ebûl-Feyz
Kâbiliye. En büyük perde talibin nefsi olduğundan bahseden
Alahu teâiâ feyz ve
terakki kapılarını açık bulundursun. Tâlible matlûb arasında en büyük perde
tâlıbin nefsidir.
‘‘Nefsim bırak da
gel”. “Gûneşinin önünde bulut sensin”. “Hakikatini [ne olduğunu] bil”
buyuruldu.
Sâlikin nefsinin
aradan kalkması zevki ve vicdanî bir iştir. Söylemeye ve yazmaya gelmez.
Okumakla kıtabları mütalaa etmekle elde edilmez. Ezel inâyetin ve cezbe-i ilâhinin
olması lâzımdır. Sebebler âlemi olan bu dünyada kendisinde fâni olmak şartı ile
kâmil ve mükemmil bir mürşidin sohbeti lâzımdır. Sana sohbette bulunmanız az
oldu. Bazı zaruri şeyleri konuşacak, kadar fırsat olmadı. Eğer ma’nevî rabıta
kuvvetli ise ve doğru, sağlam bir muhabbet var ise, ümiddir ki, feyiz verenin
bâtınından o kadar feyiz ve bereketlere kavuşursunuz ve beklenen kemâller yüz
gösterir.
“Kişi sevdiği ile
beraberdir* hadîs-ı Nebevidir (alâ sâhibihassalâtü vesselâm). Vesselâm.
Umarım kabûl ede göz yaşımı,
O ki, inci yapar su damlasını
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 2,
sh:75
Tamam İste Ancak Himmetinde Vakti Var
Birinci Mektup
“Bizden tasayı,
üzüntüyü gideren Allah’a hamd olsun (Fatır – 34].”
Saygıyla, sevgiyle ve
size ihtiyacımızla başlayıp arz ederiz ki. Molla Tâhir ile, hâli hep üzüntülü
olan bu miskine gönderdiğiniz saygıdeğer, kemâl-i kerem ve sevgi ile kaleme
aldığınız lutüfkâr mektubunuzun teşrifi ile ayn bir seâdet ve mutluluk
verdiniz. Lutüf ve terbiye usûllerinin inceliklerini taşıyan tatlı ve okşayıcı
ifâdelerinizi, muhabbet ve aşkı kamçılayan, yerli yerinde kullanılan hakimâne
sözlerinizi okuyunca, sizi çok özlemiş oian bu garibin, görme ve görüşme arzusu
şevk ateşi hâlini aidi ve katlandı, hatta alevleri âfâkı sardı. Mısra’:
Su ve ateşe yardım etti, benzin gibi.
Evet, maşukun lütfü,
istiğnası gibi, aşk ateşini alevlendırir. Muhabbet ve aşk ile kavrulmuş bu
âşıkın hâli, şu Hındce beyitteki gibidir.
Aşıkın kalbi ateşi andırır,
Üzerim su döksen ses çıkarır.
Zavallı âşıkda, ne
serzenişe takat, ne yardıma kuvvet, ne hakarete tahammül ve ne de sevgiye
dayanacak güç vardır. Mısra’:
Kavuşmak ayrılıktan daha zor.
Hadîs-i şerifte geldi
ki:
“Hak teâlânın perdesi nurdur. Eğer bu perde kaldırılırsa, Allahu teâlânın
nurları ulaştığı gözleri yakardı.”
Şu beyitteki ma’nâ
sanki buna işârettir:
Tutalım gamhânemize geliyor naz ile yar,
Ama ona bakacak kuvvet hangi gözde var.
Evet, sultanın yükünü
ancak onun vâsıtaları taşır. Âşıkın arada oldukça varlığı, yüz belâ ve
mihnettedir. Salâhı, iyiliği yokluktadır ve felâhı varlığı terktedir. Mümkinden
çok murâdsızlık içinde olan yoktur. Kemâl onun için terk-i kemâldir. Hayır,
hayırsızlıktadır. Cemâli ve varlığı nasıl düşünülebilir. Ancak yokluk tuzağında
varlığı yakalar ve mevhub vucûdla mevcûd olur. Bu itibârla ârif ma’rûf, vâcid
mevcûd olur. Sözü çok uzattık.
Mısra’ı’
Kula yakışan haddini bilmektir.
Bu fakîrin yolunu
gözetlemekte olduğunuzu buyurmuşsunuz.
Mısra’:
Dosttan bir işâret, bizden başla koşmak.
Huzûrunuza kavuşmak ve
çok bereketli sohbetiniden faydalanmak, bu fakîr için büyük seâdettir.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 3,
sh:266
Bizim Yolun Zikri
16. Mektûp
Eğer Lâ ilâhe illah’ı
kâfirlerin putlarına ilâhlar dedikleri ma’nâda dersek, bunu böyle yapmamalı ve
Allah’ı ilâh yapmalıyız ki, doğru olsun. Eğer Allah’dan başka ma’bûd yoktur
dersek, Muhammed Resûlullah’ı niye söyleriz. Lâ ilâhe illallah
derken, kâfirlerin putlarına ilâh demelerini reddetmeği düşünmelidir.
Kâfirlerin ilâh demeleri, putları ma’bûd bilmek, ibâdet etmek ma’nâsındadır.
Yaratıcı ve varlığı lâzım ma’nâsında değildir. Ya’nî kâfirlerin çoğu ibâdette
müşriklerdir. Müslüman olmak için Muhammedün resûlullah demek de
lâzımdır. İnsan bunu da söylemedikçe müslüman olmaz. İmanın kâmil
olması için, nefsin arzularını de red etmek lâzımdır. İnsan bunu da
söylemedikçe müslüman olmaz. İmanın kâmil olması için, nefsin arzularını da red
etmek lâzımdır. Lâ ilâhe deyince, bu arzular da red edilmektedir. Câsiye sûresi
23. âyetinde:
“Nefsinin arzularını ilâh edineni gördün mü?” buyuruldu. Ehli sünnet âlimleri, insanın maksudu, ya’nî hep arzu
ettiği şeyler onun ma’bûdu olur, buyurdular. Lâ ilâhe demekle bu arzular red
edilmektedir. Kişi bu tevhîd kelimesini çok söyleyince, nefsin arzularından ve
şeytanın vesveselerinden kurtulup yalnız Allahu teâlânın ismini çok söylemek,
insanı Allahu teâlâya yaklaştırır. Ya’nî karşılıklı muhabbeti artırır. İnsan
fânî olur. Ya’nî kalbinde Allah’dan başka hiçbir şeyin sevgisi kalmaz. Kelime-i
tevhidi çok söylemek ise, mahlûklara bağlılığı büsbütün keser. Allahu teâlâ ile
kulu arasında bulunan perdelerin hepsi kalkar.
Şâhı Nakşibend
Muhammed Behâeddin Buhârî (kuddise sırruh) buyurur ki: “Gördüklerinin
ve işittiklerinin ve bildiklerinin hiçbiri O değildir. Lâ derken bunların
hepsini red etmek lâzımdır.”
Ebû İshak Kâzrûnî,
Peygamber efendimizi (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) rüyada görüp, tevhîd
nedir, diye sormuş; cevabında, Ailah deyince kalbine, hatırına ve hayaline
gelen şeylerin hiçbirinin Allah olmadığını bilmektir, buyurmuştur.
Kendine şeyh, mürşid
deyip de, islâmiyyete uymayan sözler söyleyerek, müslümanların îmanlarını
bozanlar, din adamı değildir, din hırsızlarıdır. Kâfirdirler. Bunların
yanına yaklaşmamalıdır. Bunlarla konuşmak, kitablarını okumak, insanın îmanını
bozar. Ebedî felâkete sürükler. Bunlardan ve böylelerinin kitablarını
okumaktan aslandan kaçar gibi kaçmalıdır. Bunlara aldanmış olanın, hemen tevbe
etmesi lâzımdır.
Tevbe kapısı açıktır.
Son nefese kadar tevbeleri kabûl edilir. İmanlarını elden kaçırmamalılar. Haber
etmek şarttır.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 3,
sh:293
Var mısın
Sendeki arzular tek tek senin şeytanındır.
O zâman anlaşılmayan
bir yer kalmaz. Eğer mevcûd yoktur ma’nâsıyla dersek yine mahzur yoktur.
Çünkü bu durumda masivaullah mevcûd değildir, belki ma’dumdur
[yoktur]
diyoruz. Mevcûd değil
ama, mevcûd gibi görünüyor.
Mısra’:
Biz, var görünen, birer yoklarız.
Cilt: III, Sh.280/ 7. Mektup
Gitmez
Kuldan yüz karalığı gitmez iki âlemde,
Allah bilir bu sıfat hep kalır kendisinde.
Lâkin sâlik mahviyyet
ve istihlâk esnasında kendinin imkânla [mahlûkluk] teayyununu, hakani [Hakka
âid] vucûd ve Onun ahlâkı ile ahlâklanmış bulur, ibâdet, zikir ve bunların
kısımlarında kendi vucûdunu [varlığını] orada görmez ve:
“Allah’ı Allah’dan başkası zikretmez” ve benzeri
sözlere dilinde yer verir. O hâlde bu muâmele [hâl] sâlikin şuhûdunda,
görüşündedir. Mısra’:
Hakda yok olan kimse Hak değildir.
Cilt: III, Sh.282/ 9. Mektup
İstediğin Bu Değil Mi?
Bizim aşkımız uğruna öldürülürsen eğer,
Diyetin olduğumdan cihanı versen değer.
Bu sıralarda yüz
gösteren uruc [yükselme]niz ve kendinizi zamanın bazı meşayıhından yüksek
görmeniz şeklindeki ifâdeleri okudum. Şaşılacak bir şey yoktur.
‘Bu Allahu teâlânın
fadlıdır, ihsânıdır. Bunu dilediğine verir. 0 büyük ihsanlar, faziletler
sahibidir” âyet-i kerîmedir. Beyt:
Perdenin arkasında nice seâdetler var,
Dikkat et de bak, kimin kalbine akıtırlar.
Cilt: III, Sh.312/ 30. Mektup
Baksana Ne İçin
Bismillahirrahmaninahîm.
Allahu teâlâya hamd, seçtiği kullarına selâm olsun. Binlerce yazıklar olsun ki,
çok kıymetli ömür heva ve heves peşinde geçti. Mahrumluk ve günâhlar
uğruna harcandı. Kapılar ve duvarlar bu maksaddan uzağın kötü amellerine
ağlamakta, her taş ve toprak lisân-ı hâl ile: “Sen bunlar için
yaratılmadın ve bu yaptıklarınla emr olunmadın” diyor.
Beyt
Her iki âlem sana ta’ziyet etmektedir,
Sen günâhda ve onlar gözyaşı dökmektedir.
Allah’ı zikredin ve
Allah’a tevbe edin. Birinci ve ikinci sûra üflemek yakındır. Size ve diğer
Allah yolunda olanlara selâm olsun.
Cilt: III, Sh.312/ 31. Mektup
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul
Dostumuz ve Düşmanımız
“Bir kimse, Allahu teâlânın düşmanlarını düşman bilmezse, hakîkî îman etmiş
olmaz. Müminleri Allah için sever ve kâfirleri düşman bilirse, Allahu teâlânın
sevgisine kavuşur” buyuruldu.
Bir hadîs-i şerifte:
“Bir kimse, Allah’ın dostlarını sever, düşmanlarını düşman bilirse ve
Allah için verir ve Allah için vermezse, îmanı kâmil olur” ve:
“İsyân edenlere düşmanlık ederek, Allah’a yaklaşınız!” buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfte:
“Allahu teâlâ bir Peygambere vahy etti ki, falan âbide söyle, dünyada zühd
ederek, nefsini rahata kavuşturdun ve kendini kıymetlendirdin, benim için ne
yaptın? Âbid sordu: Yâ Rabbi! Senin için ne yapılır? Allahu teâlâ buyurdu:
Düşmanıma, benim için düşmanlık ettin mi ve sevdiğimi benim için sevdin mi?” buyuruldu. Sevenin, sevgilinin sevdiklerini sevmesi ve sevmediklerini
sevmemesi lâzımdır. Bu sevgi ve düşmanlık, insanın elinde değildir. Sevginin
îcâbıdır. Burada, diğer işlerde lâzım olan irâdeye ve kesbe ihtiyaç çoktur.
Kendiliğinden hâsıl olur,
Dostun dostları,
insana sevimli görünür. Düşmanları, çok çirkin görünür. Bir kimse, birisini
seviyorum derse, onun düşmanlarından uzaklaşmadıkça, sözüne inanılmaz. Ona
münâfık denir.
Şeyh-ul-islâm
Abdullah-ı Ensârî diyor ki, ben Ebul-Hasan Sem’ûnu sevmiyorum. Çünkü, üstâdım
Hıdrî’yi j üzmüştü. Bir kimse, hocanı üzer, sen de ondan üzülmezsen, köpekten
aşağı olursun. Allahu teâlâ, Mümtehine sûresinin dördüncü âyetinde: “İbrâhim
aleyhisselâmın ve Onunla berâber olan müminlerin sözlerinden ibret alınız!
Onlar, kâfirlere dediler ki, biz sizden ve putlarınızdan uzağız. Dininizi
beğenmiyoruz. Allahu teâlâya inanıncaya kadar, aramızda düşmanlık vardır” buyurdu.
Bundan sonraki âyet-i kerîmede:
“Bu sözlerinde sizin için ve Allahu teâlânın rızâsını ve âhıret gününün
ni’metlerini isteyenler için ibret vardır” buyurdu. Buradan
anlaşılıyor ki, Allahu teâlânın rızâsını kazanmak isteyenlere bu teberrî [uzaklaşmak]
lâzımdır. Allahu teâlâ buyuruyor ki: “Kâfirleri sevmek, Allahu teâlâyı
sevmemektir. İki zıt şey, birlikte sevilemez.”
İki düşman
birlikte sevilemez. Bir kimse, seviyorum dese, fakat onun düşmanlarından teberrî
etmese, bu sözüne inanılmaz.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III,
sh.342, 55. Mektup
Başka Çare mi Var
Allahu teâlâ bir şeye
tecelli edince, o şey alçalır. Ondan sonra kendisine yeni bir hayat verilmeye
hazır olur ve Onun ahlâkı ile ahlâklanır.
“Öldürdüklerimin diyeti benim” buyuruldu.
Nakısları kemâle getirmek için onu geri gönderirler.
“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir
ışık verdiğimiz kimse” [En’am – 122] âyet-i kerîmesi buna
işâret etmektedir. O zaman ni’met onun hakkında tamam olur ve hilâfet ma’nâsı
zuhûr eder.
Mısra’:
Bu büyük devlettir,
bugün kime verirler.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III,
sh.336, 52. Mektup
Gel Vazgeç Bu Sevdadan
“Ey îman edenler, îman ediniz” âyeti ve eserde gelmiş
olan duâda;
“Yâ Rabbi, senden, ardında küfür olmayan îman istiyorum” buyurulması, sanki bu hakîkî îmana işârettir.
Sözün özü, bu
ma’rifeti arayıcı, isteyici olmalı ve nereden can burnuna bununla alâkalı bir
koku gelirse, onun ardından gitmeli, bu uğurda evi bırakmalıdır. Çoluğa çocuğa
akraba ve dostlara veda etmelidir. Çünkü Allahu teâlâ hepsinden daha sevgili ve
kıymetlidir. Onun hakkı, bütün haklardan üstün ve ağırdır. Kur’ân-ı kerimdeki:
“Ey Habîbim, de ki, eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz,
eşleriniz, hısım akrabalarınız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından
korktuğunuz ticâret, hoşlandığınız meskenler, size Allah’dan, Resulünden ve
Allah yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, artık, Allah emrini [azabını]
getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez” [Tevbe – 24] âyeti bu ma’nâya işârettir.
Mahdûmâ; özür ifâdeli
sözler ne zamana kadar sürecek. Şevk ateşi, istek çılgınlığı kalbde parlamadı
ki. Bu ateş parlarsa arzu ve istek çılgınlığı yüz gösterirse, bütün özürler
geride kalır, özür dili bağlanır ve cezb-i İlâhî celle şânühü saçından tutar,
çeke çeke ma’şuk tarafına götürür ve ona teslîm eder. Evet, aşk yolunda bir
mikdar delilik lâzımdır ve akıldan bir parça kurtulmak şarttır. Beyt:
Gönlünü Leylâ’nın zülfüne bağla,
Mecnûn aklı gibi, bak bu dünyaya.
Çünkü âşık olan uğrar ziyana,
Önem verir ise akla uyana.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III,
sh.386, 92. Mektup
Gayretin Bedeli
Birgün dedi ki: Bana
müjde ve haber verdiler ki, sen kimin cenâze namazını kılarsan, onu bağışlarım.
Yine dedi ki: Birgün
kusurlarımı, günâhlarımı, hata ve eksiklikler mi düşünüyor, ağlıyordum.
Pişmanlıklar içinde Rabbimden özür diliyor, beni afv etmesini yalvarıyordum. O
sırada ilhâm olundu:
“Senin günâhların sevaba, kötülüklerin iyiliğe tebdil oldu” dediler.
Birgün dedi ki:
Ravda-i mutahharada oturuyordum. Bir de ne göreyim; Resûl-i ekrem (sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellenrı) hazırlar ve kemâl-i keremiyle
“Ben Allahu teâlâ için seni seviyorum. Seni seven beni sever, yahud ben onu
severim” buyurdular. Bu iki sözden birini
söylediler ve sonra
“Ben onun |Mirzâ’nınj garibliğini ve murâdsızlığını seviyorum’ buyurdular.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III,
sh.362, 70. Mektup
Biz Yokluk Dedik Ama
Hamd, salât ve
duâlardan sonra: Muhabbet yollu mektubunuz geldi.
Vaktimizi hoş eyledi.
Yazdığınız hâlleriniz güzeldir. Zikir esnasında her uzvu hareket ediyorsa,
sultân-ı zikirdendir. Sükût halkasında kendinden eser görmemeniz ve kendini
sırf adem bulmanız, fenâ esasına dayanmaktadır ya da fenânın başlangıcı hâlinde
olduğunuza işârettir. Büyüklerden biri: “Kendime dönüşü olmayan bir
adem istiyorum’’ dedi.
İşinizle meşgul olunuz
ve terakkî isteyiniz. Zikirden mezkûre ademden fenâ-i hakîkîye geliniz ki, bu
yolun ma’rifetlerine kavuşasınız. Zıldan da asla koşun. Nefyü isbât [Lâ
ilâhe illallah] kelimesini, o kadar tekrar edin ki, bütün arzu ve isteklerden
tamamen kurtulasınız ve Hak celle âlânın muradı kaim olasınız.
Beyt:
Benim nâmurâdımsa, senin muradın eğer,
Bundan sonra hiçbirşey, murâd etmesem değer.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III,
sh.376, 82. Mektup
Beytler
Gözümü ve gönlümü neyle meşgul edeyim,
Gönlüm hep seni ister, gözüm hep seni arar.
…
Aşkımın kuyu başında ölürsen eğer,
Kan bahan benim; ne versen değer.
…
Hakka yemîn olsun ki, şarabın lezzetini,
Ağzına almadıkça, bir tanem tadamazsın.
…
Perdenin arkasında nice seâdetler var,
Dikkat et de bak, kimin kalbine akıtırlar.
..
Bizim aşkımız uğruna öldürülürsen eğer,
Diyetin ben olduğumdan cihanı versen değer.
…
Kuldan yüz karalığı gitmez iki âlemde,
Allah bilir bu sıfat hep kalır kendisinde.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul
Allah’ın İşleri
Hem ol, hem olma, işte müşkül budur.
Akılların aklı buna
ulaşamaz ve bu muammanın açılmasını muhâl zanneder. Sâbıka-t inâyet [Hakkın
ezelde yardımı] lâzımdır ki, bu muammayı açsın ve işkâli [zorluğu] çözsün ve
muhâli mümkün hâline getirsin. “Rabbimi zıtları birleştirici olarak
tanıdım” buyurmuşlardır.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III,
sh.452, 143. Mektup
O Şeyhi Bul Sahtelerinden Vazgeç
Bismillahirrahmanirrahîm.
Yüce rab olan Allaha
hamd, seçtiği kullarına selâmdan sonra: Mes’ûd kardeşim Şeyh Muhammed Mümin
birkaç vâkı’a görmüş, fakîre yazmış ve suâl etmiştir:
Birinci vâkı’a,
hayırlıdır, güzeldir. Şöyle ki Muharrem ayının yirminci günü Cuma günü hazreti
îşânın (İmam Rabbani) hizmetinde, ravda-i münevvereyi ziyârete gittik. Kabrin
içinde murâkıb idiler ve hazreti İşân (sellemehüllahü Subhânehu) hazreti
İmam-ül müridinin türbe etrafında murakıb oturmuşlardı. Anîden bu hakîr gördüm
ki, kıble tarafından büyük bir nûr [ışık] göründü, âlemi kapladı ve ravda-ı
münevverenin içine girdi.
Hazreti İşânın murâkıb
oturdukları yerde bir müddet durdu. Ma’lumum oldu ki, o nurda Hazreti
Hâtemiyyet vardır (aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm) O anda bu aşağı kulun
hatırından geçti ki, O Hazret (aleyhissalâtü vesselâm) bizim Hazreti İşânımızın
kapısına niçin teşrif buyurdular. Bu düşüncede iken hazreti Risâlet penâh
(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki:
“Kim Şeyh Masumla (yahud Muhammed Masumla) musafaha ederse, benimle
musafaha etmiştir.” Ondan sonra o büyük nûr, oradan hareket
edip hazreti Müceddidi elfî sânînin (radıyullahü teâlâ anh) ravda-ı münevveresi
üzerinde durdu ve Müceddidi elfî sânî hazretlerinin münevver kabrinden bir nûr,
o nûru karşılamağa geldi ve ilhak oldu. Nurun hareketi zamanında: “Şeyh
Ahmedin sözü hak’dır” buyurdu.
Bundan sonra o nûr
Medîne-i münevvereye intikal etti ve Ravda-ı münevvere-i mutahharaya girdi.
O zaman buradan
Medîne-i münevvereye kadar bu hakîrin nazannda aydınlık oldu ve Ravda-i şerîfe
de göründü. Ravda-ı münevvereye varmasından sonra O Server (aleyhissalâtü
vesselâm) aynı musafaha sözünü tekrar ettiler.
Mahdûmâ; bu vâkı’ada
Resûl-i ekrem (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) Efendimiz, bu maksaddan
uzağın ismini iki defa dile alması, kerem ve inâyetle müjdelemesi, alçak ve
muhtaç başımızın kalkmasına sebeb oldu ve bu sermayesizin elini murâdının
eteğine değdirdi ve bütün harablığımla beraber kendimi bu hitaba lâyık bulamam,
amma. Mısra’:
Kerîmler ile işler zor olmaz.
Beyt:
Umarım kabûl ede göz yaşımı,
O ki inci yapar su damlasını.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III,
sh.453, 144. Mektup
“Ölüm, Sevgiliyi Sevgiliye Kavuşturan Bir Köprüdür”
“İstikamet kerâmetten üstündür” buyurulmuştur.
Yazıyorsunuz: Sülük ve
cezbenin neticesi oyunları olan vehim ve hayal darlığından kurtulmayı Hak
teâlâdan istiyorum. Bakışım, düşüncem, hedefim asılların aslından başkasına
olmamasını istiyorum.
Mahdûmâ; bu fânî
dünyada vehmin bağından ve hayâlin darlığından kurtulmak mümkün müdür! Kemâl
üzere, ya’nî tam kavuşmak yeri âhırettir. Lika [görüşme] zamanı da ölümdür.
“Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşturan bir köprüdür” buyuruldu. Ölümdür insanı bu ayak bağından kurtaran. Ölümdür kişiyi
bu darlıktan çıkaran.
“Kim Allaha kavuşmayı umuyorsa, bilsin ki, Allahın tayin ettiği o vakit
elbette gelecektir” [Ankebût-5] âyet-i kerîmedir.
Bu dünya hayatında bu
tehlükeden kurtulmak ve matlûbu hiç ellemeden, yontmadan hayal ile kucaklamak
çok nâdirdir.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III,
sh.456, 146. Mektup
Kerîmlerin Kâsesinden Toprağa Da Nasîb Vardır
Husûsi zevklerinizden
ve eshabınızın hâllerinin terakkilerinden bahseden mektûbunuzu okumak bize
ma’nevî lezzet verdi. Size lütfettikleri bu cinsten sırlar ve muâmeleler ve
sohbetinizin böyle tesiri, zamanın görülmemiş garîb hâdiselerindendir. Dünyayı
dolaşsalar, onun bir benzerine, bir örneğine bir başka yerde rastlamak çok
zordur, belki hiç yoktur.
“Ey Dâvud âilesi
şükr edin! Kullarımdan şükr eden azdır” [Sebe’- 13] Beyt:
Gayb perdesi ardında bulunan seâdetler,
Bakalım onları kimin koynuna dökecekler.
Lâkin örtülmesi lâzım
olan mukattıat sırları için: “Boğazımı keserler” buyuruldu.
Bizim Hazreti îşânımız ilk asırdan sonra onunla mümtâzdır. Bu ona âid özel bir
ni’mettir. Mısra’:
Ağzına almazsan vallahi şarabın tadını bilemezsin.
İnşaallah bizim gibi
maksaddan uzaklar, “Kerîmlerin kâsesinden toprağa da nasîb vardır” sözü
gereğince nasîbsiz kalmazlar ve bu âb-i hayâttan, bu dudağı susuzluktan
çatlamış olanların ağzına bir damla damlatırlar. Siz bu esrarın civârında
olduğunuzdan ve onun etrafında dolaştığınızdan ümidli olunuz. Bir şeyin
etrafında dolaşan bir gün o şeye [yere, kuyuya, koruya] düşer.
Melâhattan ve
muhabbet-i zâtiyeden ve diğerlerinden yazdıklarınızı okudum. Allahu teâlâ
artırsın. Bundan ilerisini yazmaya kalemin ve sâhibinin takati yoktur.
Vesselâm evvelen ve
âhıran.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III,
sh.479, 157. Mektup
Kapının Biri Kapandıysa, Gönül, Diğerini Açarlar.
Aşkta böyle çılgınlıklar olur.
Böyle şevk ve muhabbet
tâliblerin arzusu, sâliklerin gayesi ve istediğidir. Bu sevgi işin önündeki
perdeyi kaldırır ve seneler sürecek olan hâlleri, kavuşma ümidlerini bir saate
sığdırır. Her şeyi akıllan ile çözme tutsakları bu muhabbetin kadrü kıymetini
bilmezler ve bu çılgınlığı ayıb ve hastalık sanırlar. Eğer onlara bu muamma ve
esrardan azıcık perde aralansa, bu çılgınlığın divânesi olurlar ve yüzlerce
arzu ile akıl bağından uzak dururlar. Beyt:
Akıl, gönlün zülfüne takıldığına şaşar,
Ayaktaki zincirden akıllının aklı uçar.
Bu çılgınlık
[aşk]
seâdetin sermâyesidir.
Kurb ve ma’rifete yol açar. Hadîs-i şerîfte:
“Sizden birinize deli [çılgın] denmedikçe imanı kâmil olmaz” buyuruldu. Yazıyorsunuz ki, mubârek Ramazan-ı şerîf ayını Serhend’de
geçireceksiniz. Ne güzel! Üçünüz de yedişer kere istihare ediniz. Umarız ki,
mübârek olur. Şu kadar vardır ki, ne ederseniz edin, ama hikmeti [iyi
niyyeti] elden bırakmayın ve fitneye sebeb olmayın.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III,
sh.481, 173. Mektup
Fakirlik Övüncümdür
Allahu teâlâ feyiz
kapılarını açık tutsun. Kıymetli mektûblannız birbiri arkasından geldi., Bizi
sevindirdi. Nasibiniz olan güzel ve tatlı m’met fakr ve istiğnadır. Fakirlik
için ne yazalım ki. Onun hakkında: “Fakirlik övüncümdür” buyuruldu.
İstiğna yani kimseye ihtiyaç olmamak, ihtiyâç arz etmemek ise, Allahu teâlânın
ahlakı tle ahlaklanmakdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu:
“Cebrail bana geldi ve dedi ki: Yâ Muhammed, dilediğin gibi yaşa, ama bil
ki öleceksin. Dilediğini sev, ama bil kı ondan ayrılacaksın, İstediğini yap,
ama bil ki, yaptıklarının karşılığını göreceksin. Bil kı müminin şerefi gece
kalkıp ibâdet etmesidir. İzzeti de, insanlara ihtiyâç arz etmemesidir
Bundan önce meçisin
hararetinden yazmış idiniz Daha hararetli olsun ve ucubdan [kendini
beğenmekten, iyi görmekten] de daha uzak olun Bâtın nisbetine şükür ve
hâllerinin çoğalmasına gayret edin. Yâran [eshabın] hâlleri ile iyi alakadar
olun ve teveccühler edm ki terakki- eser zâhir olsun ve bu işden, maksaddan
uzak olan dostunuzu duadan unutmayın. Vesselâm evvelen ve âhiran
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III,
sh.482, 174. Mektup
Huzur Arama
“Tasavvuf ızdırabdır, sükünet gelince, tasavvuf kalmaz” demiştir. Jhibe, mahbubsuz rahat ve huzur yoktur. O Hak teâlâdan gayrisi
ile üns ülfette olamaz, cemiyette bulunamaz. Onun cem’iyette [birliği
haberliği] aşkın tefrikasındadır. Rahatlığı, rahatsızlıktadır. Mısra’:
Benim cemi’yetim, senden gelen perişanlıktadır.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III,
sh.487, 180. Mektup
Efendimiz salla’llâhü aleyhi ve sellem’in Vucüd u
Mübarekesi
Üçüncü suâl:
Server-i kâinâtın (aleyhi ve alâ âlihi efdalüssalavât ve ekmelüt-tehiyyât)
sohbeti, âhırete intikalinden sonra, uyanıklıkta vâki’ midir? Eğer vâki’ ise O mukaddes kabrinin mubârek cesedinden boş kalması
lâzım gelir ki, bu da muhaldir?
Cevab:
Evvela deriz ki, boş
kalmak, ya’riî kabrinden başka yere gitmek yoktur. Zirâ bu ümmetin
meşâyıhı, bir anda çeşitli yerlerde hazır olmuşlardır. Nitekim Hâce-i
Büzürkten [Şâh-i Nakşibend Hazretlerinden] bildirilir ki, bir iftâr vaktinde
yedi yerde bulundular ve hepsinde de iftar ettiler. Şah Kemâl hazretlerinden de
nakl olunur ki, namaz vaktinde bir yerde oturuyordu ve namaz vakti geçinceye
kadar oradan kalkmadılar. İnsanlar namaz kılmadığını düşündüler. Ama aynı anda
başka bir yerdeki insanlar namaz kıldığını gördüler. İkinci olarak deriz ki,
istihalet-i mezkûr [zikr olunan imkânsızlık] söz konusu olmayabilir. Çünkü
kabri mubârek cesedlerinden boş kalırsa, O münevver ravdada ruhu hâzırdır. Ama
işin esası şudur ki, bedenin orada bulunmaması, cesed-i şerifin bir başka yere
intikali ile olur. Ama vâki’ olan, Allahu teâlâ en iyisini bilir, ruhânî bir
mulâkat ve görüşmedir; her ne kadar cesed şeklinde görünür ve ruh mütecessid
olursa da, hakîkî değil, ruhânîdir.
Dördüncü suâl:
Enbiyâ [Peygamberler] aleyhimüssatavâtü vet-teslîmât kabirlerinde canlı
mıdırlar? Eğer canlı iseler, dünyadaki gibi midirler, yoksa bir başka hayatları
mı vardır?
Cevab:
Hayattadırlar,
canlıdırlar.
Peygamber efendimiz
(sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem):
“Dikkat buyurun!
Allahın velî kullan ölmezler. Lâkin bir evden bir eve geçerler” buyurdu. Fakat
hayatları, dünya hayatı gibi değildir. Zirâ dünyadan intikal edip âhırete
göçmüşler, kurb derecelerinde lezzet ve zevk içindedirler.
“Peygamberler
kabirlerinde namaz kılarlar” hadîs-i şerifini duymuşsunuz. Bu büyükler için
nerede ölüm kelimesi kullanıldıysa, bu fânî dünyadan intikal ettikleri için
kullanılmıştır. Bu konuda şehîdler bir adım daha ileridedir ve onların hayatı
daha kuvvetlidir. Zirâ ölmek kelimesi peygamberler için kullanıldı, ama Allah
yolunda şehîd olanlar için gelmedi: “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler”
demeyin. Bilâkis onlar diridirler. Lâkin siz anlayamazsınız” [Bakara-154] bu
ma’nâyı haber vermektedir.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt II,
sh.64, 36. Mektup
Efendimiz Herşeyden Önce Gelmeli
Beşinci suâl:
Hatim okuyup bir
kimsenin ruhuna sevabını bağışlamak icâbederse, önce Resûl-i ekremin
(sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) mutahhar ruhuna bağışlamalı, sonra ölenin
ruhuna hediye etmelidir. Eğer böyle yapmazsa, kim için okunmuş ise,
sevabı ona gitmez.
Ve yine lâzımdır ki,
bütün ehl-i îmanın ruhlanna bağışlamalıdır. Yoksa kime niyyetle okunmuş ise, o
sevab herkese taksîm edilir. Hakîkaten böyle midir? Eğer böyle ise, hazreti
Hâcegânın hatminde niçin böyle yapmıyorlar?
Cevab:
Sadakaları önce
peygamberin (sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ âlihi ve sellem) ruhânîyyetine
bağışlayıp, ölüyü Onun tufeylisi [yanı sıra] söylemek güzel işlerdendir ve
kabül ümidi ziyâde olup, icâbete yakın düşer. Yoksa sadakanın erkân ve
vâciblerinden değildir ki, onsuz sadaka kabûl olunmasın. Bu konuda güvenilir
bir nakilleri varsa, bize de bildirsinler. Böyle amellerin sevabını bütün mümin
ve müminâtın ruhlarına göndermek de iyi işlerdendir. Hepsine tam sevab ulaşır
ve kim için okunduysa onun sevabından hiç azalmaz. Kim için okunduysa onun
sevabından taksîm edilir, sözünüzün açık bir nakli yoktur. Hazânet-ür rivâye’de
böyledir ifâde ve beyanınıza gelince:
Mahdûmâ! Hazânet-ür
rivâyette böyle olduğunu kim görmüş. İkinci bakışta buna rastlamadık. Hayret
ediyorum, nereden yazmışsınız.
Hazreti Hâcelerin
hatmine gelince: En evvel Resül-i ekremin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem)
mubârek ismi söylenirse, iyi ve güzel olur. Lâkin büyüklerden böyle söylene
gelmiştir. Onun için öyle yapılıyor. Bu hatimde Resûl-i ekremi (sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem) ortak etmenin bir izâhı daha vardır. O da hazreti
îşânımızın Mektûbâtının üçüncü ıcildinin yirmiyedinci mektûbunda sebebini
açıkça belirttiği beyanıdır. 0 mektubu okursanız çok şübheler hallolur. Bu
hatim, işlerin görülmesi, müşkillerin açılması ve belâların kalkması için bu
tarikat ehli tarafından yapılagelen hayırlı işlerdendir.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt II,
sh.65, 36. Mektup
Lanet
Resûlullah (sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem) buyurdu:
“Bir kimse, şeytana la’net ederse, ben zaten mel’un oldum. Bu la’netin bana
zararı olmaz der. Yâ Rabbi! Beni şeytandan koru derse, eyvah bel kemiğimi
kırdın der” bir başka hadîs-i şerîfte:
“Şeytana söğmeyiniz! Şerrinden Allahu teâlâya sığınınız” buyuruldu.
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt II,
sh.68, 36. Mektup
Yüzüne bakmak Bile Kurtuluş
Gördüğünüz iki
vâkı’anın ta’birini soruyorsunuz. Biri şudur: Dört ayağı üzerine düşmüş, henüz
dişleri çıkmamış bir çocuğun baş ucunda Serveri kâinât (aleyhi ve alâ alihi
efdalüssalavât ve eşmel-ül-berekât) durmuş ve:
“Bu çocuk Cehennemliktir”
buyurmuşlar. Bir an sonra çocuk titremiş, iki yanı sallanmış ve yüzünü Resûl-i
ekreme (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) dönüp gözlerini Onun mubârek yüzüne
dikmiş ve ağlamaya başlamış. Sonra tebessüm etmiş ve ardından gülmüş. Herhâlde
cemâl-i bâ kemâlini görmekle sevinmiş.
Biraz sonra O Server
(sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem):
“Bu Cennetliktir”
buyurmuş. İnsanlar hayretler içinde kalmışlar…ilh. Diyelim ki, çocuk insanın
nefsinden ibârettir. “Nefs çocuk gibidir” sözünü duymuşsunuz. Nefs bizzât
ahkâm-ı semâvîyi inkâr edici olduğundan ve Hak celle şânühüye düşmanlık üzere
bulunduğundan, nitekim: “Nefsine düşman ol. Zirâ o bana düşmalık yolunu tuttu”
buyurulduğundan ve bu sebeble ateşe müstehak olduğundan, ona Cehennemlik
buyurdu. Ama o çocuk gözünü açıp, gaflet ve dalalet örtü ve perdelerinden
kurtulup, gözünü O Serverin kemâl ve cemâline dikince ve bu müşâhededen
zevklenince güldü ve ağzı gül gibi açıldı. Ya’nî razı olup zâhiren ve bâtınen
inkıyatla hazır oldu ve Cennetle müjdelenir oldu. Evet, nefs, emmâre olduğu
müddetçe haîb ve hâsırdır [mahrum ve zarardadır].
“Nefsini kötülüklerden
arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyân etmiştir” [Şems-9,10]
buna işârettir.
Mutmainne olup
Rabbinden râzı olur ve Rabbi de ondan râzı olunca:
Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt II,
sh.83, 47. Mektup
Borç
ONDOKUZUNCU MEKTÛB
Bismiliahi ve selâmün
alâ Resûlillahi.
Resûlullahdan
(sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) gelen haberlerde:
“Bir kimse ölür ve üzerinde borç veya bir başka kul hakkı bulunursa, onun
ruhunu göğün yukarısına çıkarmazlar, ilerlemekten alıkoyarlar. ölünün
tarafından bu hak ödenmedikçe, orada kalır. Hak ödenince durdurulmaktan
kurtulur” diye geldi.
Hazreti Müceddid
(radıyallahu teâlâ anh) bu hususta çok düşündüler. Nihâyet Allahu teâlânın
fadlı ve ihsânı ile kendilerine gösterildi ki, bu hüküm, dünyada ruhu terakkî
etmemiş kimseye mahsustur. Ama bu alâkaları ile beraber, ruhu dünyada terakkî
etmiş ise, öldükten sonra da, Allahu teâlânın takdîri ile terakkî eder. Fakat
bu dünyada tutuklanmış, bir kafeste kalmış ve hiç terakkî etmemiş kimse,
vefâtından sonra da tutukludur ve bu alâkalardan, bağlardan kurtulamaz.
Vesselâm.
Kaynak:Mektûbât-ı
Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt I, 19. Mektup
Yazarİsmail Hakkı AltuntaşYayın tarihi17 Aralık 2019KategorilerGenel, hikmetM.Masum içinbir yorum bırakDüzenle"M.Masum"