Ana içeriğe atla

Muhammed Masum Hatırasına

|

 

M.Masum

İmanı Kaybetmeye Sebep Bir İncelik

Urvetü’l Vüskâ (kuddise sırruh) bir gün hanımına buyurdu ki: Bugün kutb-ül muhakkikin, vâris-ül mürselin, üzüntülü kalblerin ilâcı Hazret Hâce Behâeddin Nakşibend’in (radıyallahu teâlâ anh) ruhâniyyetleri zahîr oidu ve buyurdu ki. ‘‘Bugün birkaç göbekden kızım olan bir hanım evinize gedecek. Ona ta’zimve hürmet edesin. Eğer bir kimse câhillik edip, fakrden nasibi olmak sebebiyle, giydiği elbisenin değersizliğine bakıp gülerse [alay eder veya elbisesinden dolayı alay ve hakaret gözü ile bakarsa imaranıb gitmesinden korkulur.”

Hazret-i Urvetü’l Vüskâ’nın çocuklarının annesi bu sözleri işitince, sabahleyin erkenden evin kapısına çıkıp, o bereketler hazînesi hanımı beklemeye başladılar. Bir müddet sonra da beklenen hanım çıkageldi.

Urvetü’l Vüskâ hazretlerinin hanımları, onu tam bir tevâzu  hürmet ve edeple karşıladı ve içeri aldı. Gerekli en güzel hizmetleri yerine getirdi. Müsâfîr olarak onlarda kaldığı müddetçe, ona hizmetten. bir dakîka bile ayrılmadı. Ayrılıp gideceği zaman îcâb eden herşeyi hazırladı. Mürîdlerin annesi. Hazreti Hâce-i büzürk şâh-ı Nakşibend’in (kuddise sırruh) emirlerini yerine getirdiği için, Allahu teâlâya şükr etti. O hanım da kaldığı müddetçe, gördüğü hüsnü kabûl ve hizmetlerinden dolayı, çok memnûn olup, ondan razı olarak ayrıldı.

Kaynak:Mektubat-ı Masumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 1, sh:35-36

Ay Bile Ağlar

Muhammed Ma’sum Hazretleri vefât edecekleri senenin Şa’bân ayının onbeşincl gecesi [ki bu gece Berât gecesidir, duâların kabûl olunduğu, ecellerin taksîm edildiği gecedir] buyurdular ki, “Dolunayın ışığına bakın! Her zamanki gibi aydınlık mıdır, yoksa ayın ışık vermesinde bir za’îflik var mıdır? Dışarı çıkıp baktılar. Mehtâb yokdu. Hâlbuki onbeşinci gece idi ve hava da açık idi. Ya’nî ayın en parlak görünme zamanı idi. Dikkatle baktılar ve buluta mı girdi diye düşündüler. Gökyüzünde bulut göremediler. Bu hâl gece yarısına kadar devam etdi. Nihâyet içeri girip, yüksek huzûrlarına geldiler ve “Ay, siyâh bir tencere gibi gökyüzünde duruyor. Onda ışık göremiyoruz. Ne parlıyor, ne de ışık veriyor” diye arz etdiler. Buyurdu ki: “Kutbun ismini varlık [yaşayanlar] defterinden sildiler. Bunun için ay karardı ve ışık vermiyor. Ay bunun üzüntüsünden ışık vermez oldu. Bu hâdise göklerdekileri de üzüntüye boğdu.”

Kaynak:Mektubat-ı Masumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 1, sh:51

Afiyet Ehli

Hazreti Urvetü’l Vüskâ’nın hastalıklarının başlaması şöyle oldu. Sıhhat ve âfiyetde olup, (Mişkât-ül Mesâbîh)den ders verdikleri bir gün, şu hadîs- i şerîfe sıra gelmişdi. Câbir (radıyallahu teâlâ anh) rivâyetiyle Resülullah (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) efendimiz buyurdu:

“Afiyet ehli [sağlam ve sıhhatli yaşayanlar] kıyamet günü, belâ ve derd sâhiblerine sevâblar verilirken, dünyâda derilerinin makasla doğranmış olmalarını arzû ederler.” Bu hadîs-i şerîfi Tirmizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) rivayet eyledi. İşte bu mubârek hadîsi okuyunca, kendilerine derd ve belâ gelenlerden olmak istediler ve bu istekleri ile berâber, o ânda ayaklarında şiddetli bir ağrı hissettiler. Elleri ile ayaklarını kuvvetle tutdular ve dersi kestiler. Hazır olanlar, ayaklarında bir ağrının meydâna geldiğini anladılar. Fakat kendileri bu rahatsızlık ve ağrıdan hiç bahs etmediler.

Çünki bunu istemişlerdi.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 1, sh:53

Onlar Gidince Yer Sarsılır

Urvetü’l Vüskâ hazretlerinin râhatsızlandı.   Serhend’de olduğu gibi, Lahor ve Peşâver gibi yakın şehirlerde de böyle sesler duyuldu. Oradakiler, Urvetü’l Vüskâ hazretlerinin râhatsızlığının bu hadde geldiğini bilmiyorlardı. Bu sesi duyunca, o geceyi kayd etdiler. Bu hâdise her tarafa yayılınca, o sesin târihi, vefât ile berâber olduğu anlaşıldı.

O gün büyük bir zelzele oldu. Evin üstündeki şeyler yere döküldü. Sallanma, gürültü, tanıma sesleri birbirine karışdı. Sanki kıyâmet kopuyordu. Şübbesiz ki, kıyametin habercisi büyük bir hâdise idi. Çünki âlemin ve âtemdekilerin kayyümu idiler. Vefatında âlemin kıyâmında kırılmalar oldu.

O esnada temiz kızlarından biri iki rek’at namaz kıldı. Namazı bitirince, bakdı ki, o sallantıda namaz esnasında arkası kıbleye gelmiş. Zelzelenin te’sîrinden veya üzüntü ve eleminin çokluğundan yönleri şaşırmış, doğuyu batıdan, kuzeyi güneyden ayıramamış. Nitekim kıyâmet günü de böyle olacakdır.

Âyet-i kerîmede, insanlan serhoş olmuş görürsün” buyuruldu. Son sözlen selâm oldu. Ya’nî bir müslümanın bir müslümandan veya müslümanlardan ayrılırken, Esselâmü aleyküm dediği gibi, esselâmü aleyküm dediler. Peygamber efendimizin, meleklerin ve evliyanın huzûrlarına kavuştular. Beyt:

Ne hoş olur, o hâlimde yâr çıka gelse,

Yüzünü görebilsem, can ona fedâ olsa.

Vefâtları, Rebı ül-evvel ayının dokuzuncu günü oian Cumartesi öğle vaktinde vuku’ buldu. Hicri binyetmişdokuz 1079 [m. 1668] senesi idi.

İnnâ lillahi…

Beyt:

Zannetme ki, cânını beyhude yere verdi,

Cânândan bir nûr gördü, ona canını verdi.

Canları yakan bu hâdiseden sonra, bütün cihâna, o kadar belâ, âfet ve musibetler geldi ki, anlatmağa kalkışırsak, çok uzun sürer. Sanki onların dünyâdan batışı ile gam ve mihnet doğdu. Beyt:

Sen gidince bahçeden, lâle yüzler diken oldu,

Nergis, süsen ve gülün hepsi sarardı soldu.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 1, sh:59

Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellemi Sevmek

ONUNCU MEKTÛB

Hâce Dînâr’a gönderilmiş olup Kâinâtın Serverini övmekte ve Ona (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) tâbi’ olmağa teşvîk etmektedir:

Allahu teâlâya hamd, seçtiği kullarına selâm olsun. İki dünya seâdetine kavuşmak, iki dünyanın Efendisine (aleyhi ve alâ âlihissalâtü ves-selâm) tâbi’ olmağa bağlıdır. Ya’nî Cehennemden kurtuluş, O iyilerin Efendisine uymağa, Cennete girmek de yine O seçilmişlerin İmamına [önderine] mütabeata bağlıdır. Hak teâlânın rızâsına kavuşmak ise, yine O seçilmişlerin Efendisinin izinden gitmek şartıyla mümkündür. Ona uymadan yapılan tevbe, zühd, tevekkül ve dünyadan kesilme makbûl değildir. Onu tevessül etmeden olan zikirler, fikirler, şevkler ve zevkler neticesizdir. Peygamberler Onun hayat pınarından bir bardak içmekle doymuş ve kanmışlar, evliyâ Onun nihâyetsiz denizinden bir yudumla kemâle gelmişlerdir. Melek Onun tufeylîsi, felek Onun huveylisidir. Varlık ipi O’na bağlı, var olma zinciri Ona merbuttur. Rubûbiyyetin zuhûru yine Ona bağlıdır.

Kısaca kâinât hep Onun arkasındadır ve kâinâtı yaratan celle celâlühü Onun nzâsını istemektedir.

Nitekim hadîs-i kudsîde:

“Ben senin rızânı isterim yâ Muhammed” buyuruldu.

Beyt:

İsyan ile kişi kalmaz rehinde,

Gitmişse böyle bir rehber izinde.

Şiir:

Rasûlullah bir nurdur, her şey Ondan nurlanır,

Kısaca Allahın kılıcı ismini alır.

Salâvâtullahi teâlâ ve teslîmâtühü sübhânehü aleyhi ve alâ âlihi ve sahbihi küllemâ zekerehüz-zâkirûne ve küllemâ gafele an zikrihil-gafilûn salaten tekünü leke rıdaen ve li hakkıhı edâ.

Bunun için mes’ûd gençlere ve akıllı tâliblere lazımdır ki, zâhiren ve bâtınen [bedenleri ve kalbleri ile beraber] Ona ittiba’ etmeğe çalışsınlar. Bu devlet ve seâdeti olumsuz kılan ne varsa, beden ve kalb gözlerini ondan yumsunlar ve yakînen, tekrar yakînen bilsinler ki, bir kimsenin binlerce bin kere fazileti olsa ve Resûlullaha mütabeatta gevşek ve önemsemez şekilde davransa, böyle bir kimsenin sohbeti ve sevgisi öldürücü zehirdir. Ama bu fazîlet ve hârika hâllerden hiç birine sâhib olmayan bir kimse, ittiba’da sağlam ve şaşmaz olsa, onun sohbeti ve muhabbeti en büyük şifâ ve ilâcdır.

Beyt:

Sa’di safa yolu muhildir sana,

Uyarsan Musatafanın yolundan başkasına.

Aleyhi ve alâ âlihissalavâtü vet-teslîmât vel-berekât-ül-ulâ.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 1, sh:86-87

Dilerim Senden

BEŞİNCİ MEKTÛB

Vaktin Sultanına. Kalbin ve nefsin fenâsından ve va’z ve nasîhat olarak çok mühim bir hadîsten bahseder:

Ni’metler sâhibi Allahu teâlâya hamd ve şükürler olsun. İnsanların efendisi Resûlüne salâtü selâm, kerîm olan âline ve büyük insanlar olan eshâbına en iyi duâlar olsun. Fakîrlerin en fakîri yüksek ve yüce huzurunuza arz eder: Sizin bu duâcınız, her ne kadar görünüşte yakınınızda ve huzurunuzda bulunup size bil-fiil yardım ve hizmetten uzak ise de, bu günlerde hazırlandığınız büyük harb ve cihadlarda yer alamıyor ise de, ma’nâ ve hakîkat bakımından sizinle beraberim, hizmetinizdeyim, yanınızdayım. Fethinize yardım ve duâlarımla nusretteyim. Bu hususta üzerime düşeni yapmaktayım. Mısra’:

Sa’dînin yüzü ve gönlü hep sizinledir.

Hadîs-i şerifte: “Kişi sevdiği iledir” buyuruldu. Sevgi, muhabbet dürüst ve tam olunca her savaş meydanında ve her bir yerde yüksek hizmetinizden ayrı sayılmaz ve ma’nen her yerde sizinle beraber olur. Güzel denmiştir. Beyt:

İçerden beraber ol ve dışardan el gibi,

Böyle güzel bir sıfat bu cihanda yok gibi.

Evet, sofî kâin ve bâindir. Ya’nî görünüşte halk ile beraberdir, hakîkatta ise onlardan ayrıdır. Çünkü onun bâtını ve hakikati, onun zâhirinden belki Allahu Teâlâdan gayri her şeyden kesilmiş, uzaklaşmış ve gayb-ül-gaybe kavuşmuştur.

Onun zâhirdeki gafleti bâtınına sirayet etmez [işlemez]. Avamda bâtınla zâhir biribirine karışmış olup, zâhirin gafleti bâtına sirayet etmektedir.

Bâtını zâhirinden çok ayrılmış havâs ise böyle değildir ve zâhirin gafleti bâtına işlemez ve onun huzûr ve uyanıklığına nâkısa getirmez. Çünkü huzûr ve âgâhi [uyanıklık] onda meleke olmuştur ve sıfat-ı lâzımı olmuştur. Tıpkı göz ve kulak gibi olup, hiçbir şekilde ondan ayrılmazlar. Bu yolun saliklerinin bazısına, bu mâsivâdan kesilme ve Hakk teâlâdan gayrisini unutma o kadar kuvvetli olur ki, Hak teâlâdan başkasını hatırlamak için kendini zorlasa, hatta Nuh aleyhisselâmın ömrü kadar uğraşsa yine hatırına getiremez. Bu kemâl velayet kemâlâtının daha ilkidir ki, buna “kalbin fenası” derler. Eşyanın husûlî ilminin zevâline bağlıdır.

Eğer bu makâmdan terakkî eder ve ilmin âlimle birleştiği makâmda huzûrî ilme kavuşursa ve huzûrî ilmi, husûlî ilim gibi geride bırakırsa, o zaman “nefsin fenâsına” kavuşur.

Bundan sonra nefs, itmînan makâmına gelir ve ahkâm-ı İlâhîye münkad [boyun eğmiş, kabûllenmişj olur ve hakîkî İslâmla şereflenir, Hak teâlâdan razı olmuş ve Hakk teâlâ da ondan râzı olmuş olur:

“Ey mutmainne olmuş nefs, Rabb’ine ondan râzı olmuş ve O da senden râzı olmuş olarak dön!” âyet-i kerîmesi bunu bildirmektedir.

Bu iki kemâlin üstünde başka kemâller daha vardır. Onlara erişmek, bu iki kemâle kavuştuktan sonradır. Onlardan ne anlatayım. Mısra’:

Gül bahçemi gör de, baharımı anla.

Bu mektûbu Peygamber efendimizin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîfi ile bitirelim:

Muaz bin Cebel (radıyallahü teâlâ anh) bildirir: Bir sabah namazına Resûlullah her zaman geldiği vakitte gelmedi. Nerede ise güneşin kursunu görecektik, hâlâ evinden çıkmadı, derken sür’atle evinden çıktı ve hemen namaza koyuldu. Kısa sûrelerle namazı kıldırdı. Selâm verip, yerinizden ayrılmayın buyurup dedi ki:

Bu sabah beni her zamanki vakitte sizden ayıran sebebi size haber vereyim. Gece kalktım, abdest alıp, kılabildiğim kadar namaz kıldım. Namazda iken hafif bir uyku bastırdı, ağırlandım. Bir de ne göreyim, güzellerin güzeli Rabbim teâlâ ile beraberim.

Bana en güzel sûrette göründü. “Yâ Rasûl”, buyurdu. “Lebbeyk [emr et] Rabbim”, dedim. “Mele-i a’lâ melekleri nerede anlaşamazlar”, buyurdu. “Bilmiyorum”, dedim. Üç defa suâli tekrar etti. Üçünde de “bilmiyorum”, dedim. Gördüm ki, Rabbim iki elini kürek kemiğimin arasına koydu. Öyle ki, göğsümde parmaklarının soğukluğunu hissettim.

Birden her şey bana açıldı ve her şeyi bilir oldum. “Yâ Rasûl”! Buyurdu. “Emret Rabbim” dedim. “Mele-i a’lâ melekleri nerede anlaşamazlar”, buyurdu. “Keffâretlerde dedim”. “Onlar nedir”? Buyurdu.

“Ayakların cemâate gitmesi, namazdan sonra çıkmayıp mescidde oturmak ve zorluk zamanında iyi abdest almak” dedim. “Sonra, başka nerde anlaşamazlar” buyurdu. “Derecâtta” dedim. “Onlar nedir”? Buyurdu. “İnsanlara yemek yedirmek, yumuşak, tatlı sözlü olmak ve insanlar uykudayken kalkıp namaz kılmak”, dedim. “Dile benden” buyurdu. Dedim ki:

“Allahümme innî es-elüke fi’lel-hayrât ve terkel-münkerât ve hubbel-mesâkîn ve en tagfirelî ve terhamenî ve izâ eredte fitneten fi kavmin fe-teveffenî gayre meftun. Ve es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhibbuke ve hubbe amelin yukarribunî ilâ hubbike.”

Bundan sonra Resûlullah (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem):

“Bu rüyâ gibi olan hâl, haktır, doğrudur. Bunu öğrenin ve öğretin”. Muhammed bin İsmâil’e [İmamı Buharîye] bu hadîs-i şerîfi sordum. Bu hadîs sahihtir buyurdu. Ahmed ve Tirmizî rivâyet etmekte ve bu hadîs hasendir, sahîhtir yazmaktadır.

عن معاذ بن جبل -رضي الله عنه- قال احتبسَ عنَّا رسولُ اللهِ صلَّى اللهُ عليهِ وسلَّمَ ذاتَ غداةٍ من صلاةِ الصبحِ حتى كِدْنا نتراءَى عينَ الشمسِ فخرجَ سريعًا فثوَّبَ بالصلاةِ فصلَّى رسولُ اللهِ صلَّى اللهُ عليهِ وسلَّمَ وتجوَّزَ في صلاتِه فلمَّا سلَّمَ دعا بصوتِه فقال لنا على مصافِّكم كما أنتم ثم انفتلَ إلينا فقال أما إني سأُحدِّثُكم ما حبسني عنكم الغداةَ أني قمتُ من الليلِ فتوضأتُ فصلَّيتُ ما قُدِّرَ لي فنعستُ في صلاتي فاستثقلتُ فإذا أنا بربِّي تبارَك وتعالَى في أحسنِ صورةٍ فقال يا محمدُ قلتُ ربِّ لبَّيكَ قال فيمَ يختصمُ الملأُ الأعلَى قلتُ لا أدري ربِّ قالها ثلاثًا قال فرأيتُه وضعَ كفَّهُ بينَ كتِفَيَّ حتى وجدتُ بَرْدَ أناملِه بينَ ثدييَّ فتجلَّى لي كلُّ شيٍء وعرفتُ فقال يا محمدُ قلتُ لبَّيكَ ربِّ قال فيمَ يختصمُ الملأُ الأعلى قلتُ في الكفَّاراتِ قال ما هنَّ قلتُ مشيُ الأقدامِ إلى الجماعاتِ والجلوسِ في المساجدِ بعدَ الصلاةِ وإسباغِ الوُضوءِ في المكروهاتِ قال ثمَّ فيمَ قلتُ إطعامُ الطعامِ ولينُ الكلامِ والصلاةُ بالليلِ والناسُ نيامٌ قال سَلْ قلِ

اللهمَّ إني أسألُكَ فِعْلَ الخيراتِ وتَرْكَ المنكراتِ وحُبَّ المساكينِ وأن تَغفرَ لي وتَرحمَني وإذا أردتَ فتنةً في قومٍ فتوفَّني غيرَ مفتونٍ وأسألُك حُبَّكَ وحُبَّ من يُحبُّكَ وحُبَّ عملٍ يُقرِبُنى إلى حُبِّكَ

قال رسولُ اللهِ صلَّى اللهُ عليهِ وسلَّمَ إنها حقٌّ فادرسوها ثم تعلَّموها

الراوي : معاذ بن جبل | المحدث : البخاري | المصدر : سنن الترمذي

الصفحة أو الرقم: 3235 | خلاصة حكم المحدث : حسن صحيحانظر شرح الحديث رقم 36241 Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 2, sh:29-30

Pişman Değilim Bende Hep Bunu Dedim

Süleyman Kuku hazretlerinin Muhammed Ma’sûm efendimizle alâkalı iki hatırası

1.         Kuşluk vakti kaylûlede idim. Muhammed Ma’sûm hazretleri göründü. Buyurdular: “Şimdi sağ olsam, bu Mektûbâttaki her mektûbun evveline Resûl-i ekremin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) nasıl namaz kıldığını, namazı nasıl kıldığını, namaza nasıl niyyet ettiğini, namazda rabbi ile nasıl olduğunu yazmak ve bütün ümmete duyurmak isterdim.”

2.         Bir gece rüyâda Hak teâlâ tecelli etti ve bana bir ses: “Şu anda Hak teâlâyı Muhammed Ma’sûm hazretlerine tecelli ettiği gibi görüyorsun” buyurdu.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 2-3, sh:559

Çok Sevenlerde Bilseler Bu Konuyu

Yüzkırkyedinci Mektûb

Mîr Muhammed Hafi’ye. Vakti değerlendirmek ve insanların ihtiyaçlarını görmenin fazîleti ve güzel ahlâklı olmak hakkında hadîs-i şerîfler:

“Allahu teâlâ sizi ve bizi, Habîbi, sevgilisi ve Peygamberlerin en üstünü Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmakla şereflendirsin!

Ey merhametli kardeşim! Dünya hayâtı çok azdır. Ebedî ve sermedî olan muâmeleler buna bağlıdır [âhıret hayatında, dünyada yaptıklarımızın karşılıklarını göreceğiz] Bu dünyada en mes’ûd kimse, kısa ömründe, âhırete yarayacak işler i yapan, onları adâlete ve rahata kavuşturacak bir makâm, bir vazîfe ihsân etmiştir.

Bu büyük ni’mete çok şükr ediniz! Buna şükr etmek, Allahu teâlânın kullarının ihtiyâçlarını karşılamakla olur. Kullara hizmet etmeniz dünya ve âhıret derecelerine kavuşmanıza sebeb olacaktır. Bunun için, Allahu teâlânın kullarına iyilik etmeğe, güleryüz, tatlı dil ve güzel huy ile onlara kolaylık göstermeğe çalışınız!

Bu çalışmanız, Allahu teâlânın rızâsını kazanmanıza ve âhırette yüksek derecelere kavuşmanıza sebeb olacaktır.

Hadîs-i şerîfte: “İnsanlar Allahu teâlânın ıyâlidir [ev halkıdır]. Kulların Allah’a en sevgilisi Onun hâne halkına iyilik edendir” buyuruldu.

Müslümanların ihtiyâçlarını karşılamanın ve onları sevindirmenin ve güzel huylu ve yumuşak ve sabırlı olmanın fazîletini ve sevablarını bildiren hadîs-i şerifler çoktur. Bunlardan birkaçını yazıyorum. Dikkat ile okuyunuz. Ma’nâsını iyi anlayamadığınız olursa, dinini iyi bilen, dinine sarılmış olan hakîkî âlimlerden sorunuz.

Bir hadîs-i şerîfte “Müslüman, müslümanın kardeşidir, ona zulm etmez. Onu sıkıntıda bırakmaz. Kardeşine yardım edene, Allahu teâlâ yardım eder. Kardeşinin sıkıntısını giderenin, Allahu teâlâ kıyâmet günü sıkıntısını giderir. Bir müslümanı sevindireni, Allahu teâlâ kıyâmet günü sevindirir. Bir müslümanın aybını örtenin kıyâmet günü aybını örter” buyuruldu. [Buhârî ve Müslim]

Bir hadîs-i şerîfte “Din kardeşine yardım edenin yardımcısı, Allahu teâlâdır” buyuruldu.

Bir hadîs-i şerîfte “Allahu teâlâ, bazı kullarını insanların ihtiyâçlarını karşılamak için yaratmıştır. Derdli olanlar, bunlara sığınırlar. Bunlar kıyâmet gününün azâbından emindirler” buyuruldu. [Taberânî]

Bir hadîs-i şerîfte “Allahu teâlâ, bazı kullarına çok ni’metler vermiş, bunları derdli kullarına derman için sebeb yapmıştır. Bu ni’metleri muhtâc olanlara vermezlerse, ellerinden alıp, başkalarına verir” buyuruldu. [İbni Ebiddünya ve Taberânî]

Bir hadîs-i şerîfte “Din kardeşinin ihtiyâcını karşılayana, on sene itikat sevabı verilir. Allah rızâsı için bir gün itikâf eden ile Cehennem ateşi arasında üç hendek uzaklık vardır. İki hendek arası, şark ile garb arası gibi uzaktır” buyuruldu. [Taberânî, Hâkim rivâyet etti ve Sahih-ül isnaddır dedi.]

Bir hadîs-i şerîfte “Bir din kardeşinin ihtiyâcını karşılayan kimseye Allahu teâlâ, yetmiş beş bin melek gönderir. Sabahdan akşama kadar onun için duâ ederler. Akşam ise, sabaha kadar duâ ederler. Her adımı için bir günahı afv olur ve bir derece yükseltilir” buyuruldu. [İbni Hibbân ve başkaları]

Bir hadîs-i şerîfte “Bir mümin kardeşinin ihtiyacını karşılamak için giden kimseye, her adımı için yetmiş sevab verilir ve yetmiş günahı afv olunur. Onu sıkıntıdan kurtarınca, anadan doğmuş gibi günahlardan kurtarılır. Bu yardımı yaparken ölürse, hesabsız olarak Cennet’e girer” buyuruldu. [İbni Ebiddünya]

Bir hadîs-i şerîfte “Bir din kardeşinin sıkıntısını gidermek için, onunla hükümete [mahkemeye] giderse, sırât köprüsünü ayağı kaymadan geçenlerden olur” buyuruldu. [Taberânî]

Bir hadîs-i şerîfte “Amellerin, ibâdetlerin efdali, en kıymetlisi, bir mümini sevindirmek veya elbise vermek veya aç ise doyurmak veya herhangi bir ihtiyâcını karşılamaktır” buyuruldu. [Taberânî]

Bir hadîs-işerîfte “[Farzlardan sonra] amellerin en kıymetlisi, bir müsülümanı sevindirmektir” buyuruldu. [Taberânî]

Bir hadîs-i şerîfte “Bir kimse, mümin kardeşini sevindirince, Allahu teâlâ bu sevindirmeden bir melek yaratır. O kimse ölünceye kadar bu melek hep ibâdet eder. Ölüp kabre konunca, yanına gelerek, beni tanıyor musun, dedi. Hayır, sen kimsin deyince, bir müslümana vermiş olduğun sevincim. Bu gün senin yalnızlıktaki arkadaşın, hüccetini [Lâ ilâhe illallah] telkîn edicin, seni kavl-i sâbit [Lâ ilâhe illallah] kavli üzere tutucu olmak ve suâl meleklerine cevâb verirken yardımcı olmak ve cevâblarına şehâdet etmek için, şimdi sana gönderildim.

Kabirde ve kıyamette sana şefaat edeceğim. Sana Cennet’teki makâmını göstereceğim der” buyuruldu. [İbni Ebiddünya ve Ebüşşeyh], Çok kimsenin Cennet’e girmesine sebeb olan şey nedir, denildikte “Takvâ, ya’nî haramlardan sakınmak ve güzel huylu olmaktır” buyuruldu. Çok kimsenin Cehennem’e girmesine sebeb olan şey nedir, denildikte “Dili ve tercidir. Ya’nî tenasül uzvudur” buyurdu. [Tirmizî, İbni Hibbân ve Beyhekî] Bir hadîs-i şerîfte “Müminlerin îmanı kâmil [tamam] olanı, huyu güzel ve zevcesine karşı yumuşak olandır” buyuruldu, [Tirmizî ve Hâkim] Bir hadîs-i şerîfte “Bir kul, güzel ahlâkı sebebi ile âhırette yüksek derecelere kavuşur ve ibâdetlerine kat kat fazla sevab verilir. Kötü huy, insanı Cehennem’in derin tabakalarına sürükler” buyuruldu. (Taberânî|

Bir hadîs-i şerîfte “Size ibâdetlerin bedene en kolayı ve hafifini haber vereyim mi? Susmak ve güzel huylu olmaktır” buyuruldu. [İbni Ebiddünyâ]

Bir kimse, Resûlullah’ın karşısına gelip, Allahu teâlânın çok sevdiği amel nedir deyince “Güzel huylu olmaktır” buyurdu. Sağ tarafından gelip, tekrâr sorunca “Güzel huylu olmaktır” buyurdu. Diğer tarafından gelip sorunca, yine “Güzel huylu olmaktır” buyurdu. Sonra, dolaşıp arkadan sorunca, Resûlullah (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) mubârek yüzünü buna çevirerek “Niçin anlamıyorsun? Güzel huy, elden geldiği kadar kızmamak demektir” buyurdu. [Muhammed bin Nasr Mervezî]

Bir hadîs-i şerîfte “Ben üzerime aldım; haklı olduğu halde dahî münâkaşa etmeyen kimse, Cennet’in kenarında bir köşk verilecektir. Latife [şaka] olarak dahî, yalan söylemeyene Cennet’in ortasında bir köşk verilecektir. Güzel huylu olana, Cennet’in en yüksek yerinde bir köşk verilecektir” buyuruldu. [Ebû Dâvud, İbni Mâce vîît lirimizi]

Hadîs-i kudsîde “Bütün dinler içinde, bu dini seçtim. Bu din, cömertlik ile ve güzel huy ile tamam olur. Bu dini elinizden geldiği kadar bu ikisi ile tamamlayınız!” buyuruldu. [Taberânî ve Bezzâr]

Hadîs-i şerîfte “Güzel huy, elinizden geldiği kadar suyun buzu erittiği gibi, günahları eritir. Kötü huy, sirkenin balı bozduğu gibi, ibâdetleri bozar” buyuruldu. [Taberânî]

Bir hadîs-i şerîfte “Allahu teâlâ refiktir. Her işinde yumuşak huylu olanı sever” buyuruldu. [Buhârî ve Müslim]

Bir hadîs-i şerîfte “Allahu teâlâ yumuşaktır, yumuşak huyu sever, böyle kimseye hep yardım eder. Aksine sert kimseye yardım etmez” buyurdu. [Taberânî]

Bir hadîs-i şerîfte “Size haber vereyim mi? Kim Cehennem’e haramdır ve Cehenem kime haramdır? Yumuşak huylu, tatlı sözlü ve kolaylık gösterendir” [Tirmizi]

Bir hadîs-i şerîfte “Teenni [sabırlı ve düşünerek iş yapmak] Allah’dan, acele şeytandandır. Allah’dan çok özür dilemek mecburiyetinde kalmayanı sever, Allahu teâlâ hilmi, ya’nî yumuşak huyu sever” [Ebû Yâ’lâ]

Bir [hadîs-i şerîfte “Kul, hilm ile, gündüz oruç tutmuş, geceyi ibâdetle geçirmişlerin sevabına kavuşur.” [İbni Hibbân]

Bir hadîs-i şerîfte “Gadab [kızgınlık] zamanında, yumuşak davrananı Allahu teâlâ çok sever.” [İsfehânî]

– Bir hadîs-i şerîfte “Sert olana karşı yumuşak davrananı ve zulüm yapanı afv edeni ve kendisini mahrûm bırakana ihsân yapan ve kendisini aramayanı ziyâret edeni Allahu teâlâ yüksek derecelere kavuşturacak ve Cennet’te köşkler ihsân edecektir.” [Taberânî, Bezâr] i Bir hadîs-i şerîfte “Pehlivân

[yiğit]

güreşte, yarışta kazanan değil, gadab zamanında nefsine hâkim olandır.” [Buhârî ve Müslim]

Bir hadîs-i şerîfte “Güleryüzle selâm verene sadaka sevabı verilir.” fİbWEpiddünyâ]

Bir hadîs-i şerîfte “Din kardeşini güleryüzle karşılamak, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapmak ve din bilgileri unutulduğu, dalâletin ^yayıldığı zamanda bir kimseyi dalâletten kurtarmak ve yollardan, pıeydanlardan taş, diken ve benzeri şeyleri kaldırmak ve su kabındaki suyu başkasının kabına doldurmak hep sadakadır.” [Tirmizî]

Bir hadîs-i şerîfte “Cennet’te, dışarıdan içerisi, içeriden dışarısı görülen köşkler vardır. Bunlar tatlı sözlü olanlara, açları doyuranlara ve herkes uykuda iken namaz kılanlara verilecektir.”

Bü hadîs-i şerîfler, Tergîb ve Tergîb kitabından alındı. Bu kitab kıymetli hadîs kitablarındandır.

Allahu teâlâ hepimize bu hadîs-i şeriflere uymak nasîb eylesin. Hal ve Bereketlerinizi bu hadîs-i şeriflerle kontrol ediniz. Uyanlar için Allah’a şükr ediniz. Uymayanlar için de, bu hadîs-i şeriflere uygun amel etmek için  AIIahu teâlâya çok yalvarın. Hâli uygun olmayanın da kusurunu anlaması büyük bir ni’mettir. Kusurlu olduğunu anlamayan, bunun için üzülmeyen kimsenin dini, îmanı zaif olduğu anlaşılır.

Beyt:

Kim bulduysa, o büyük devlet buldu,

Bulmayana bulmamak derdi çok oldu.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 1, sh:315-319

Bize Korku Yok Efendimiz Var

Yüzyetmişinci Mektûb

Mîrza Muhammed Emir Buhâriye: Peygamberler (aleyhimüsselam) rızâ makâmında oldukları hâlde, niçin: “Rabbin sana verecek ve sen râzı olacaksın” [Duha-5] buyuruldu:

Bismillahirrahmanirrahîm. Allahu teâlâya hamd, seçtiği kullarına selâm olsun. Husûsen Seyyid-i verâ, sâhib-i kabe kavseyn ev ednâ ve âline, iyi temiz eshabına salâtü selâm olsun. Kıymetli mektûbunuz bizi şereflendirdi. Afiyette olun ve şerîat ve sünnet caddesi üzere istikamette yürüyün. Suretten hakikate, zilden asla doğru kayın.

Yazıyorsunuz: “İhlâs ve muhabbet gün be gün artmaktadır.” Bunun için Allahu teâlâya hamd olsun. Ümidim odur ki, muhabbet ateşi yakında alevlenir ve şevk dalgaları yükselir ve mâsivâdan tamamen kurtulur ve özlediğiniz uzak maksadınıza kavuşursunuz.

Yazıyorsunuz ki: Enbiyâ (aleyhimussalavât vel-berekât) rızâ makâmında idiler. Âyet-i kerîmede ise:

“Sen râzı oluncaya kadar rabbin sana verecek” buyuruluyor.

Bunun ma’nâsını iyi anlayamadım. Mahdûmâ; rızâ iki çeşittir. Biri atıyye ihsân olmadan önceki rızâdır. Bugün bu rızâ hâsıldır, vardır. İhsân edilsin, edilmesin, ni’met veya nikmet bu rızâda beraberdir. O taraftan ne gelirse ve ezefî kaza ne takdir etmişse buna râzı olmaktır. Ama bir rızâ daha vardır ki, bu atıyyenin, ihsânın varlığından sonradır. Peygamber Efendimiz (sallallahü teâlâ aleyhi ve âlihi vesellem) kıyamet gününde, sayısız atıyye ve ni’metlerle şereflendirilecek ki bunlar, şefâatinin kabulü, ümmetinin bağışlanması, Arşın üzerine oturtulması ve benzeri atıyye ve bahşişlerdir.

Peygamber efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) buyuracak:

“Yeter, razı oldum.”

Muhammed Bâkır hazretlerinden menkuldur. Buyurdu ki: Sizin Irak âlimleriniz, Kur’ânda en ümid verici ayet:

“Allahu teâlânın rahmetinden ümidinizi kesmeyin”[Zümer-53] ayetidir. Biz Ehl-i Beyt ise:

“Rabbin sana o kadar verecek ki, sen râzı olacaksın.”

Ümidin çok olduğuna inanıyoruz. Çünkü Resûl-i ekrem (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem), ümmetinden bir tekinin bile Cehennemde olmasına râzı olmaz. Ama yine de deriz ki, bütün insanlar göz önüne getirilince en çok ümid veren âyet birincisi, ama yalnız bu ümmet söz konusu olursa İkincisi olur. Bu iki rızânın birbirine uymaması farklı oluşları, iki ma’lûmun hâil itibâriyle iki ayrı bilmek gibidir. Çünkü Allahu teâlâ ezelî ilmi ile her şeyi ayrı ayrı biliyor. Buna rağmen, bu:

“Allahın dinine ve peygamberlerine gaybe inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir” [Hadid-25] ve:

“Elbette Allah doğrulan ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır” [Ankabût-3] buyuruyor.

Bunlar ve benzerleri, eşyanın vücûda gelmeden önce, ilm-i ezelî ile onları bildiğini göstermektedir. İkinci ilim [bilmek] ise, eşya vucûde geldikten sonradır. Tabi bu iki ilim farklı olacaktır. Bununla beraber deriz ki, sen razı olacaksın rızânın ziyâdesidir. Rızânın aslı önce var idi, şimdi ziyâdesi hâsıl olacak demektir. Eğer denirse ki, 0 server (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) devamlı rızâ ile mevsuftur o hâlde, imamın, ümmetinden bir kişi Cehenneme gitse râzı olmaz, sözünün ma’nâsı nedir? Ve nzâ ve rızâsızlık bir yerde nasıl bir arada olur?

Cevabında deriz ki, râzı olmaz demek, memnûn ve mesrur olmaz demektir. Memnûniyet yoksa üzüntü olur; bu da kazaya rızâsızlık değildir ki bir arada bulunmasınlar. Büyük musîbetlerde mümin neşeli ve açık kalbli olmaz. Belki gamlı ve mahzun olur. Bununla beraber kazaya rızâsı vardır.

“Gözümden yaş akar, kalbim mahzundur, ben senin firakın ile [ayrılığınla] mahzunum, yâ İbrâhim!”

Resûl-i ekremin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) sözüdür. Tâhâ sûresinde rızâ aynı manadadır.

“Rabbinden hoşnud olasın” [130].

Vedduha sûresinde de, rızâ sevinmek, hoşlanmak ma’nâsında alınırsa, suâle lüzûm kalmaz. Vesselâm evvelen ve âhirân.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 3, sh:478-479

Ondan Başkası

KIRKINCI MEKTÛB

Medine’de bulunan Şeyh Hüseyin Halvetî Rûmî’ye. Hep Allahu teâlâya müteveccih olmaktan bahseder:

Allahu teâlâya hamd, seçtiği kullarına selâm olsun.

Kıymetli mektûbunuz bu miskine ulaştı. Hep Allahu teâlâya müteveccih, ikbal

[dönmüş]

ve ibtihâl [tazarru, yalvarma] üzere ve Ondan gayrisinden kopmuş olun. Ariflerin kalbleri Onun muhabbet ateşi ile tutuşur, sevenlerin ciğerleri Onu istemek arzusuyla hararetlenir. Kalbinde Ondan başka derdi olmayana müjdeler olsun, Ondan başkasını düşünmeyen, anlamayana mutluluklar olsun.

Allahdan yüz çevirene korkular, yolunu bozup günâh işleyene üzüntüler, korkular olsun.

Allahı istemede ve Ona tâatte eksiksiz bir olmaya çalış, rızâsını kazanmada, celvet ve halvetlerde hep zikri ve murakâbesi ile meşgul ol ki, nihâyetin nihâyetine erişesin.

Vessalâtü vesselâmü aiâ efdalil-mükevvenât.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul,

Otuzsekizlnci MEKTÛB

Molla Ebûl-Feyz Kâbiliye. En büyük perde talibin nefsi olduğundan bahseden

Alahu teâiâ feyz ve terakki kapılarını açık bulundursun. Tâlible matlûb arasında en büyük perde tâlıbin nefsidir.

‘‘Nefsim bırak da gel”. “Gûneşinin önünde bulut sensin”. “Hakikatini [ne olduğunu] bil” buyuruldu.

Sâlikin nefsinin aradan kalkması zevki ve vicdanî bir iştir. Söylemeye ve yazmaya gelmez. Okumakla kıtabları mütalaa etmekle elde edilmez. Ezel inâyetin ve cezbe-i ilâhinin olması lâzımdır. Sebebler âlemi olan bu dünyada kendisinde fâni olmak şartı ile kâmil ve mükemmil bir mürşidin sohbeti lâzımdır. Sana sohbette bulunmanız az oldu. Bazı zaruri şeyleri konuşacak, kadar fırsat olmadı. Eğer ma’nevî rabıta kuvvetli ise ve doğru, sağlam bir muhabbet var ise, ümiddir ki, feyiz verenin bâtınından o kadar feyiz ve bereketlere kavuşursunuz ve beklenen kemâller yüz gösterir.

“Kişi sevdiği ile beraberdir* hadîs-ı Nebevidir (alâ sâhibihassalâtü vesselâm). Vesselâm.

Umarım kabûl ede göz yaşımı,

O ki, inci yapar su damlasını

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 2, sh:75

Tamam İste Ancak Himmetinde Vakti Var

Birinci Mektup

“Bizden tasayı, üzüntüyü gideren Allah’a hamd olsun (Fatır – 34].”

Saygıyla, sevgiyle ve size ihtiyacımızla başlayıp arz ederiz ki. Molla Tâhir ile, hâli hep üzüntülü olan bu miskine gönderdiğiniz saygıdeğer, kemâl-i kerem ve sevgi ile kaleme aldığınız lutüfkâr mektubunuzun teşrifi ile ayn bir seâdet ve mutluluk verdiniz. Lutüf ve terbiye usûllerinin inceliklerini taşıyan tatlı ve okşayıcı ifâdelerinizi, muhabbet ve aşkı kamçılayan, yerli yerinde kullanılan hakimâne sözlerinizi okuyunca, sizi çok özlemiş oian bu garibin, görme ve görüşme arzusu şevk ateşi hâlini aidi ve katlandı, hatta alevleri âfâkı sardı. Mısra’:

Su ve ateşe yardım etti, benzin gibi.

Evet, maşukun lütfü, istiğnası gibi, aşk ateşini alevlendırir. Muhabbet ve aşk ile kavrulmuş bu âşıkın hâli, şu Hındce beyitteki gibidir.

Aşıkın kalbi ateşi andırır,

Üzerim su döksen ses çıkarır.

Zavallı âşıkda, ne serzenişe takat, ne yardıma kuvvet, ne hakarete tahammül ve ne de sevgiye dayanacak güç vardır. Mısra’:

Kavuşmak ayrılıktan daha zor.

Hadîs-i şerifte geldi ki:

“Hak teâlânın perdesi nurdur. Eğer bu perde kaldırılırsa, Allahu teâlânın nurları ulaştığı gözleri yakardı.”

Şu beyitteki ma’nâ sanki buna işârettir:

Tutalım gamhânemize geliyor naz ile yar,

Ama ona bakacak kuvvet hangi gözde var.

Evet, sultanın yükünü ancak onun vâsıtaları taşır. Âşıkın arada oldukça varlığı, yüz belâ ve mihnettedir. Salâhı, iyiliği yokluktadır ve felâhı varlığı terktedir. Mümkinden çok murâdsızlık içinde olan yoktur. Kemâl onun için terk-i kemâldir. Hayır, hayırsızlıktadır. Cemâli ve varlığı nasıl düşünülebilir. Ancak yokluk tuzağında varlığı yakalar ve mevhub vucûdla mevcûd olur. Bu itibârla ârif ma’rûf, vâcid mevcûd olur. Sözü çok uzattık.

Mısra’ı’

Kula yakışan haddini bilmektir.

Bu fakîrin yolunu gözetlemekte olduğunuzu buyurmuşsunuz.

Mısra’:

Dosttan bir işâret, bizden başla koşmak.

Huzûrunuza kavuşmak ve çok bereketli sohbetiniden faydalanmak, bu fakîr için büyük seâdettir.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 3, sh:266

Bizim Yolun Zikri

16. Mektûp

Eğer Lâ ilâhe illah’ı kâfirlerin putlarına ilâhlar dedikleri ma’nâda dersek, bunu böyle yapmamalı ve Allah’ı ilâh yapmalıyız ki, doğru olsun. Eğer Allah’dan başka ma’bûd yoktur dersek, Muhammed Resûlullah’ı niye söyleriz. Lâ ilâhe illallah derken, kâfirlerin putlarına ilâh demelerini reddetmeği düşünmelidir. Kâfirlerin ilâh demeleri, putları ma’bûd bilmek, ibâdet etmek ma’nâsındadır. Yaratıcı ve varlığı lâzım ma’nâsında değildir. Ya’nî kâfirlerin çoğu ibâdette müşriklerdir. Müslüman olmak için Muhammedün resûlullah demek de lâzımdır. İnsan bunu da söylemedikçe müslüman olmaz. İmanın kâmil olması için, nefsin arzularını de red etmek lâzımdır. İnsan bunu da söylemedikçe müslüman olmaz. İmanın kâmil olması için, nefsin arzularını da red etmek lâzımdır. Lâ ilâhe deyince, bu arzular da red edilmektedir. Câsiye sûresi 23. âyetinde:

“Nefsinin arzularını ilâh edineni gördün mü?” buyuruldu. Ehli sünnet âlimleri, insanın maksudu, ya’nî hep arzu ettiği şeyler onun ma’bûdu olur, buyurdular. Lâ ilâhe demekle bu arzular red edilmektedir. Kişi bu tevhîd kelimesini çok söyleyince, nefsin arzularından ve şeytanın vesveselerinden kurtulup yalnız Allahu teâlânın ismini çok söylemek, insanı Allahu teâlâya yaklaştırır. Ya’nî karşılıklı muhabbeti artırır. İnsan fânî olur. Ya’nî kalbinde Allah’dan başka hiçbir şeyin sevgisi kalmaz. Kelime-i tevhidi çok söylemek ise, mahlûklara bağlılığı büsbütün keser. Allahu teâlâ ile kulu arasında bulunan perdelerin hepsi kalkar.

Şâhı Nakşibend Muhammed Behâeddin Buhârî (kuddise sırruh) buyurur ki: “Gördüklerinin ve işittiklerinin ve bildiklerinin hiçbiri O değildir. Lâ derken bunların hepsini red etmek lâzımdır.”

Ebû İshak Kâzrûnî, Peygamber efendimizi (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) rüyada görüp, tevhîd nedir, diye sormuş; cevabında, Ailah deyince kalbine, hatırına ve hayaline gelen şeylerin hiçbirinin Allah olmadığını bilmektir, buyurmuştur.

Kendine şeyh, mürşid deyip de, islâmiyyete uymayan sözler söyleyerek, müslümanların îmanlarını bozanlar, din adamı değildir, din hırsızlarıdır. Kâfirdirler. Bunların yanına yaklaşmamalıdır. Bunlarla konuşmak, kitablarını okumak, insanın îmanını bozar. Ebedî felâkete sürükler. Bunlardan ve böylelerinin kitablarını okumaktan aslandan kaçar gibi kaçmalıdır. Bunlara aldanmış olanın, hemen tevbe etmesi lâzımdır.

Tevbe kapısı açıktır. Son nefese kadar tevbeleri kabûl edilir. İmanlarını elden kaçırmamalılar. Haber etmek şarttır.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 3, sh:293

Var mısın

Sendeki arzular tek tek senin şeytanındır.

O zâman anlaşılmayan bir yer kalmaz. Eğer mevcûd yoktur ma’nâsıyla  dersek yine mahzur yoktur. Çünkü bu durumda masivaullah mevcûd değildir, belki ma’dumdur

[yoktur]

diyoruz. Mevcûd değil ama, mevcûd gibi görünüyor.

Mısra’:

Biz, var görünen, birer yoklarız.

Cilt: III, Sh.280/ 7. Mektup

Gitmez

Kuldan yüz karalığı gitmez iki âlemde,

Allah bilir bu sıfat hep kalır kendisinde.

Lâkin sâlik mahviyyet ve istihlâk esnasında kendinin imkânla [mahlûkluk] teayyununu, hakani [Hakka âid] vucûd ve Onun ahlâkı ile ahlâklanmış bulur, ibâdet, zikir ve bunların kısımlarında kendi vucûdunu [varlığını] orada görmez ve:

“Allah’ı Allah’dan başkası zikretmez” ve benzeri sözlere dilinde yer verir. O hâlde bu muâmele [hâl] sâlikin şuhûdunda, görüşündedir. Mısra’:

Hakda yok olan kimse Hak değildir.

Cilt: III, Sh.282/ 9. Mektup

İstediğin Bu Değil Mi?

Bizim aşkımız uğruna öldürülürsen eğer,

Diyetin olduğumdan cihanı versen değer.

Bu sıralarda yüz gösteren uruc [yükselme]niz ve kendinizi zamanın bazı meşayıhından yüksek görmeniz şeklindeki ifâdeleri okudum. Şaşılacak bir şey yoktur.

‘Bu Allahu teâlânın fadlıdır, ihsânıdır. Bunu dilediğine verir. 0 büyük ihsanlar, faziletler sahibidir” âyet-i kerîmedir. Beyt:

Perdenin arkasında nice seâdetler var,

Dikkat et de bak, kimin kalbine akıtırlar.

Cilt: III, Sh.312/ 30. Mektup

Baksana Ne İçin

Bismillahirrahmaninahîm. Allahu teâlâya hamd, seçtiği kullarına selâm olsun. Binlerce yazıklar olsun ki, çok kıymetli ömür heva ve heves peşinde geçti. Mahrumluk ve günâhlar uğruna harcandı. Kapılar ve duvarlar bu maksaddan uzağın kötü amellerine ağlamakta, her taş ve toprak lisân-ı hâl ile: “Sen bunlar için yaratılmadın ve bu yaptıklarınla emr olunmadın” diyor.

Beyt

Her iki âlem sana ta’ziyet etmektedir,

Sen günâhda ve onlar gözyaşı dökmektedir.

Allah’ı zikredin ve Allah’a tevbe edin. Birinci ve ikinci sûra üflemek yakındır. Size ve diğer Allah yolunda olanlara selâm olsun.

Cilt: III, Sh.312/ 31. Mektup

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul

Dostumuz ve Düşmanımız

“Bir kimse, Allahu teâlânın düşmanlarını düşman bilmezse, hakîkî îman etmiş olmaz. Müminleri Allah için sever ve kâfirleri düşman bilirse, Allahu teâlânın sevgisine kavuşur” buyuruldu.

Bir hadîs-i şerifte:

 “Bir kimse, Allah’ın dostlarını sever, düşmanlarını düşman bilirse ve Allah için verir ve Allah için vermezse, îmanı kâmil olur” ve:

“İsyân edenlere düşmanlık ederek, Allah’a yaklaşınız!” buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfte:

“Allahu teâlâ bir Peygambere vahy etti ki, falan âbide söyle, dünyada zühd ederek, nefsini rahata kavuşturdun ve kendini kıymetlendirdin, benim için ne yaptın? Âbid sordu: Yâ Rabbi! Senin için ne yapılır? Allahu teâlâ buyurdu: Düşmanıma, benim için düşmanlık ettin mi ve sevdiğimi benim için sevdin mi?” buyuruldu. Sevenin, sevgilinin sevdiklerini sevmesi ve sevmediklerini sevmemesi lâzımdır. Bu sevgi ve düşmanlık, insanın elinde değildir. Sevginin îcâbıdır. Burada, diğer işlerde lâzım olan irâdeye ve kesbe ihtiyaç çoktur. Kendiliğinden hâsıl olur,

Dostun dostları, insana sevimli görünür. Düşmanları, çok çirkin görünür. Bir kimse, birisini seviyorum derse, onun düşmanlarından uzaklaşmadıkça, sözüne inanılmaz. Ona münâfık denir.

Şeyh-ul-islâm Abdullah-ı Ensârî diyor ki, ben Ebul-Hasan Sem’ûnu sevmiyorum. Çünkü, üstâdım Hıdrî’yi j üzmüştü. Bir kimse, hocanı üzer, sen de ondan üzülmezsen, köpekten aşağı olursun. Allahu teâlâ, Mümtehine sûresinin dördüncü âyetinde: “İbrâhim aleyhisselâmın ve Onunla berâber olan müminlerin sözlerinden ibret alınız! Onlar, kâfirlere dediler ki, biz sizden ve putlarınızdan uzağız. Dininizi beğenmiyoruz. Allahu teâlâya inanıncaya kadar, aramızda düşmanlık vardır” buyurdu. Bundan sonraki âyet-i kerîmede:

“Bu sözlerinde sizin için ve Allahu teâlânın rızâsını ve âhıret gününün ni’metlerini isteyenler için ibret vardır” buyurdu. Buradan anlaşılıyor ki, Allahu teâlânın rızâsını kazanmak isteyenlere bu teberrî [uzaklaşmak] lâzımdır. Allahu teâlâ buyuruyor ki: “Kâfirleri sevmek, Allahu teâlâyı sevmemektir. İki zıt şey, birlikte sevilemez.”

 İki düşman birlikte sevilemez. Bir kimse, seviyorum dese,  fakat onun düşmanlarından teberrî etmese, bu sözüne inanılmaz.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.342, 55. Mektup

Başka Çare mi Var

Allahu teâlâ bir şeye tecelli edince, o şey alçalır. Ondan sonra kendisine yeni bir hayat verilmeye hazır olur ve Onun ahlâkı ile ahlâklanır.

“Öldürdüklerimin diyeti benim” buyuruldu. Nakısları kemâle getirmek için onu geri gönderirler.

“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse” [En’am – 122] âyet-i kerîmesi buna işâret etmektedir. O zaman ni’met onun hakkında tamam olur ve hilâfet ma’nâsı zuhûr eder.

Mısra’:

Bu büyük devlettir, bugün kime verirler.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.336, 52. Mektup

Gel Vazgeç Bu Sevdadan

“Ey îman edenler, îman ediniz” âyeti ve eserde gelmiş olan duâda;

“Yâ Rabbi, senden, ardında küfür olmayan îman istiyorum” buyurulması, sanki bu hakîkî îmana işârettir.

Sözün özü, bu ma’rifeti arayıcı, isteyici olmalı ve nereden can burnuna bununla alâkalı bir koku gelirse, onun ardından gitmeli, bu uğurda evi bırakmalıdır. Çoluğa çocuğa akraba ve dostlara veda etmelidir. Çünkü Allahu teâlâ hepsinden daha sevgili ve kıymetlidir. Onun hakkı, bütün haklardan üstün ve ağırdır. Kur’ân-ı kerimdeki:

“Ey Habîbim, de ki, eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabalarınız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticâret, hoşlandığınız meskenler, size Allah’dan, Resulünden ve Allah yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, artık, Allah emrini [azabını] getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez” [Tevbe – 24] âyeti bu ma’nâya işârettir.

Mahdûmâ; özür ifâdeli sözler ne zamana kadar sürecek. Şevk ateşi, istek çılgınlığı kalbde parlamadı ki. Bu ateş parlarsa arzu ve istek çılgınlığı yüz gösterirse, bütün özürler geride kalır, özür dili bağlanır ve cezb-i İlâhî celle şânühü saçından tutar, çeke çeke ma’şuk tarafına götürür ve ona teslîm eder. Evet, aşk yolunda bir mikdar delilik lâzımdır ve akıldan bir parça kurtulmak şarttır. Beyt:

Gönlünü Leylâ’nın zülfüne bağla,

Mecnûn aklı gibi, bak bu dünyaya.

Çünkü âşık olan uğrar ziyana,

Önem verir ise akla uyana.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.386, 92. Mektup

Gayretin Bedeli

Birgün dedi ki: Bana müjde ve haber verdiler ki, sen kimin cenâze namazını kılarsan, onu bağışlarım.

Yine dedi ki: Birgün kusurlarımı, günâhlarımı, hata ve eksiklikler mi düşünüyor, ağlıyordum. Pişmanlıklar içinde Rabbimden özür diliyor, beni afv etmesini yalvarıyordum. O sırada ilhâm olundu:

“Senin günâhların sevaba, kötülüklerin iyiliğe tebdil oldu” dediler.

Birgün dedi ki: Ravda-i mutahharada oturuyordum. Bir de ne göreyim; Resûl-i ekrem (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellenrı) hazırlar ve kemâl-i keremiyle

“Ben Allahu teâlâ için seni seviyorum. Seni seven beni sever, yahud ben onu severim” buyurdular. Bu iki sözden birini söylediler ve sonra

“Ben onun |Mirzâ’nınj garibliğini ve murâdsızlığını seviyorum’ buyurdular.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.362, 70. Mektup

Biz Yokluk Dedik Ama

Hamd, salât ve duâlardan sonra: Muhabbet yollu mektubunuz geldi.

Vaktimizi hoş eyledi. Yazdığınız hâlleriniz güzeldir. Zikir esnasında her uzvu hareket ediyorsa, sultân-ı zikirdendir. Sükût halkasında kendinden eser görmemeniz ve kendini sırf adem bulmanız, fenâ esasına dayanmaktadır ya da fenânın başlangıcı hâlinde olduğunuza işârettir. Büyüklerden biri: “Kendime dönüşü olmayan bir adem istiyorum’’ dedi.

İşinizle meşgul olunuz ve terakkî isteyiniz. Zikirden mezkûre ademden fenâ-i hakîkîye geliniz ki, bu yolun ma’rifetlerine kavuşasınız. Zıldan da asla koşun. Nefyü isbât [Lâ ilâhe illallah] kelimesini, o kadar tekrar edin ki, bütün arzu ve isteklerden tamamen kurtulasınız ve Hak celle âlânın muradı kaim olasınız.

 Beyt:

Benim nâmurâdımsa, senin muradın eğer,

Bundan sonra hiçbirşey, murâd etmesem değer.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.376, 82. Mektup

Beytler

Gözümü ve gönlümü neyle meşgul edeyim,

Gönlüm hep seni ister, gözüm hep seni arar.

Aşkımın kuyu başında ölürsen eğer,

Kan bahan benim; ne versen değer.

Hakka yemîn olsun ki, şarabın lezzetini,

Ağzına almadıkça, bir  tanem tadamazsın.

Perdenin arkasında nice seâdetler var,

Dikkat et de bak, kimin kalbine akıtırlar.

..

Bizim aşkımız uğruna öldürülürsen eğer,

Diyetin ben olduğumdan cihanı versen değer.

Kuldan yüz karalığı gitmez iki âlemde,

Allah bilir bu sıfat hep kalır kendisinde.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul

Allah’ın İşleri

Hem ol, hem olma, işte müşkül budur.

Akılların aklı buna ulaşamaz ve bu muammanın açılmasını muhâl zanneder. Sâbıka-t inâyet [Hakkın ezelde yardımı] lâzımdır ki, bu muammayı açsın ve işkâli [zorluğu] çözsün ve muhâli mümkün hâline getirsin. “Rabbimi zıtları birleştirici olarak tanıdım” buyurmuşlardır.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.452, 143. Mektup

O Şeyhi Bul Sahtelerinden Vazgeç

Bismillahirrahmanirrahîm.

Yüce rab olan Allaha hamd, seçtiği kullarına selâmdan sonra: Mes’ûd kardeşim Şeyh Muhammed Mümin birkaç vâkı’a görmüş, fakîre yazmış ve suâl etmiştir:

Birinci vâkı’a, hayırlıdır, güzeldir. Şöyle ki Muharrem ayının yirminci günü Cuma günü hazreti îşânın (İmam Rabbani) hizmetinde, ravda-i münevvereyi ziyârete gittik. Kabrin içinde murâkıb idiler ve hazreti İşân (sellemehüllahü Subhânehu) hazreti İmam-ül müridinin türbe etrafında murakıb oturmuşlardı. Anîden bu hakîr gördüm ki, kıble tarafından büyük bir nûr [ışık] göründü, âlemi kapladı ve ravda-ı münevverenin içine girdi.

Hazreti İşânın murâkıb oturdukları yerde bir müddet durdu. Ma’lumum oldu ki, o nurda Hazreti Hâtemiyyet vardır (aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm) O anda bu aşağı kulun hatırından geçti ki, O Hazret (aleyhissalâtü vesselâm) bizim Hazreti İşânımızın kapısına niçin teşrif buyurdular. Bu düşüncede iken hazreti Risâlet penâh (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki:

“Kim Şeyh Masumla (yahud Muhammed Masumla) musafaha ederse, benimle musafaha etmiştir.” Ondan sonra o büyük nûr, oradan hareket edip hazreti Müceddidi elfî sânînin (radıyullahü teâlâ anh) ravda-ı münevveresi üzerinde durdu ve Müceddidi elfî sânî hazretlerinin münevver kabrinden bir nûr, o nûru karşılamağa geldi ve ilhak oldu. Nurun hareketi zamanında: “Şeyh Ahmedin sözü hak’dır” buyurdu.

Bundan sonra o nûr Medîne-i münevvereye intikal etti ve Ravda-ı münevvere-i mutahharaya girdi.

O zaman buradan Medîne-i münevvereye kadar bu hakîrin nazannda aydınlık oldu ve Ravda-i şerîfe de göründü. Ravda-ı münevvereye varmasından sonra O Server (aleyhissalâtü vesselâm) aynı musafaha sözünü tekrar ettiler.

Mahdûmâ; bu vâkı’ada Resûl-i ekrem (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) Efendimiz, bu maksaddan uzağın ismini iki defa dile alması, kerem ve inâyetle müjdelemesi, alçak ve muhtaç başımızın kalkmasına sebeb oldu ve bu sermayesizin elini murâdının eteğine değdirdi ve bütün harablığımla beraber kendimi bu hitaba lâyık bulamam, amma. Mısra’:

Kerîmler ile işler zor olmaz.

Beyt:

Umarım kabûl ede göz yaşımı,

O ki inci yapar su damlasını.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.453, 144. Mektup

“Ölüm, Sevgiliyi Sevgiliye Kavuşturan Bir Köprüdür”

“İstikamet kerâmetten üstündür” buyurulmuştur.

Yazıyorsunuz: Sülük ve cezbenin neticesi oyunları olan vehim ve hayal darlığından kurtulmayı Hak teâlâdan istiyorum. Bakışım, düşüncem, hedefim asılların aslından başkasına olmamasını istiyorum.

Mahdûmâ; bu fânî dünyada vehmin bağından ve hayâlin darlığından kurtulmak mümkün müdür! Kemâl üzere, ya’nî tam kavuşmak yeri âhırettir. Lika [görüşme] zamanı da ölümdür.

“Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşturan bir köprüdür” buyuruldu. Ölümdür insanı bu ayak bağından kurtaran. Ölümdür kişiyi bu darlıktan çıkaran.

“Kim Allaha kavuşmayı umuyorsa, bilsin ki, Allahın tayin ettiği o vakit elbette gelecektir” [Ankebût-5] âyet-i kerîmedir.

Bu dünya hayatında bu tehlükeden kurtulmak ve matlûbu hiç ellemeden, yontmadan hayal ile kucaklamak çok nâdirdir.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.456, 146. Mektup

Kerîmlerin Kâsesinden Toprağa Da Nasîb Vardır

Husûsi zevklerinizden ve eshabınızın hâllerinin terakkilerinden bahseden mektûbunuzu okumak bize ma’nevî lezzet verdi. Size lütfettikleri bu cinsten sırlar ve muâmeleler ve sohbetinizin böyle tesiri, zamanın görülmemiş garîb hâdiselerindendir. Dünyayı dolaşsalar, onun bir benzerine, bir örneğine bir başka yerde rastlamak çok zordur, belki hiç yoktur.

Ey Dâvud âilesi şükr edin! Kullarımdan şükr eden azdır” [Sebe’- 13] Beyt:

Gayb perdesi ardında bulunan seâdetler,

Bakalım onları kimin koynuna dökecekler.

Lâkin örtülmesi lâzım olan mukattıat sırları için: “Boğazımı keserler” buyuruldu. Bizim Hazreti îşânımız ilk asırdan sonra onunla mümtâzdır. Bu ona âid özel bir ni’mettir. Mısra’:

Ağzına almazsan vallahi şarabın tadını bilemezsin.

İnşaallah bizim gibi maksaddan uzaklar, “Kerîmlerin kâsesinden toprağa da nasîb vardır” sözü gereğince nasîbsiz kalmazlar ve bu âb-i hayâttan, bu dudağı susuzluktan çatlamış olanların ağzına bir damla damlatırlar. Siz bu esrarın civârında olduğunuzdan ve onun etrafında dolaştığınızdan ümidli olunuz. Bir şeyin etrafında dolaşan bir gün o şeye [yere, kuyuya, koruya] düşer.

Melâhattan ve muhabbet-i zâtiyeden ve diğerlerinden yazdıklarınızı okudum. Allahu teâlâ artırsın. Bundan ilerisini yazmaya kalemin ve sâhibinin takati yoktur.

Vesselâm evvelen ve âhıran.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.479, 157. Mektup

Kapının Biri Kapandıysa, Gönül, Diğerini Açarlar.

Aşkta böyle çılgınlıklar olur.

Böyle şevk ve muhabbet tâliblerin arzusu, sâliklerin gayesi ve istediğidir. Bu sevgi işin önündeki perdeyi kaldırır ve seneler sürecek olan hâlleri, kavuşma ümidlerini bir saate sığdırır. Her şeyi akıllan ile çözme tutsakları bu muhabbetin kadrü kıymetini bilmezler ve bu çılgınlığı ayıb ve hastalık sanırlar. Eğer onlara bu muamma ve esrardan azıcık perde aralansa, bu çılgınlığın divânesi olurlar ve yüzlerce arzu ile akıl bağından uzak dururlar. Beyt:

Akıl, gönlün zülfüne takıldığına şaşar,

Ayaktaki zincirden akıllının aklı uçar.

Bu çılgınlık

[aşk]

seâdetin sermâyesidir. Kurb ve ma’rifete yol açar. Hadîs-i şerîfte:

“Sizden birinize deli [çılgın] denmedikçe imanı kâmil olmaz” buyuruldu. Yazıyorsunuz ki, mubârek Ramazan-ı şerîf ayını Serhend’de geçireceksiniz. Ne güzel! Üçünüz de yedişer kere istihare ediniz. Umarız ki, mübârek olur. Şu kadar vardır ki, ne ederseniz edin, ama hikmeti [iyi niyyeti] elden bırakmayın ve fitneye sebeb olmayın.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.481, 173. Mektup

Fakirlik Övüncümdür

Allahu teâlâ feyiz kapılarını açık tutsun. Kıymetli mektûblannız birbiri arkasından geldi., Bizi sevindirdi. Nasibiniz olan güzel ve tatlı m’met fakr ve istiğnadır. Fakirlik için ne yazalım ki. Onun hakkında: “Fakirlik övüncümdür” buyuruldu. İstiğna yani kimseye ihtiyaç olmamak, ihtiyâç arz etmemek ise, Allahu teâlânın ahlakı tle ahlaklanmakdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu:

“Cebrail bana geldi ve dedi ki: Yâ Muhammed, dilediğin gibi yaşa, ama bil ki öleceksin. Dilediğini sev, ama bil kı ondan ayrılacaksın, İstediğini yap, ama bil ki, yaptıklarının karşılığını göreceksin. Bil kı müminin şerefi gece kalkıp ibâdet etmesidir. İzzeti de, insanlara ihtiyâç arz etmemesidir

Bundan önce meçisin hararetinden yazmış idiniz Daha hararetli olsun ve ucubdan [kendini beğenmekten, iyi görmekten] de daha uzak olun Bâtın nisbetine şükür ve hâllerinin çoğalmasına gayret edin. Yâran [eshabın] hâlleri ile iyi alakadar olun ve teveccühler edm ki terakki- eser zâhir olsun ve bu işden, maksaddan uzak olan dostunuzu duadan unutmayın. Vesselâm evvelen ve âhiran

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.482, 174. Mektup

Huzur Arama

“Tasavvuf ızdırabdır, sükünet gelince, tasavvuf kalmaz” demiştir. Jhibe, mahbubsuz rahat ve huzur yoktur. O Hak teâlâdan gayrisi ile üns ülfette olamaz, cemiyette bulunamaz. Onun cem’iyette [birliği haberliği] aşkın tefrikasındadır. Rahatlığı, rahatsızlıktadır. Mısra’:

Benim cemi’yetim, senden gelen perişanlıktadır.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.487, 180. Mektup

Efendimiz salla’llâhü aleyhi ve sellem’in Vucüd u Mübarekesi

Üçüncü suâl:

Server-i kâinâtın (aleyhi ve alâ âlihi efdalüssalavât ve ekmelüt-tehiyyât) sohbeti, âhırete intikalinden sonra, uyanıklıkta vâki’ midir? Eğer vâki’ ise O mukaddes kabrinin mubârek cesedinden boş kalması lâzım gelir ki, bu da muhaldir?

Cevab:

Evvela deriz ki, boş kalmak, ya’riî kabrinden başka yere gitmek yoktur. Zirâ bu ümmetin meşâyıhı, bir anda çeşitli yerlerde hazır olmuşlardır. Nitekim Hâce-i Büzürkten [Şâh-i Nakşibend Hazretlerinden] bildirilir ki, bir iftâr vaktinde yedi yerde bulundular ve hepsinde de iftar ettiler. Şah Kemâl hazretlerinden de nakl olunur ki, namaz vaktinde bir yerde oturuyordu ve namaz vakti geçinceye kadar oradan kalkmadılar. İnsanlar namaz kılmadığını düşündüler. Ama aynı anda başka bir yerdeki insanlar namaz kıldığını gördüler. İkinci olarak deriz ki, istihalet-i mezkûr [zikr olunan imkânsızlık] söz konusu olmayabilir. Çünkü kabri mubârek cesedlerinden boş kalırsa, O münevver ravdada ruhu hâzırdır. Ama işin esası şudur ki, bedenin orada bulunmaması, cesed-i şerifin bir başka yere intikali ile olur. Ama vâki’ olan, Allahu teâlâ en iyisini bilir, ruhânî bir mulâkat ve görüşmedir; her ne kadar cesed şeklinde görünür ve ruh mütecessid olursa da, hakîkî değil, ruhânîdir.

Dördüncü suâl:

Enbiyâ [Peygamberler] aleyhimüssatavâtü vet-teslîmât kabirlerinde canlı mıdırlar? Eğer canlı iseler, dünyadaki gibi midirler, yoksa bir başka hayatları mı vardır?

Cevab:

 Hayattadırlar, canlıdırlar.

Peygamber efendimiz (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem):

“Dikkat buyurun! Allahın velî kullan ölmezler. Lâkin bir evden bir eve geçerler” buyurdu. Fakat hayatları, dünya hayatı gibi değildir. Zirâ dünyadan intikal edip âhırete göçmüşler, kurb derecelerinde lezzet ve zevk içindedirler.

“Peygamberler kabirlerinde namaz kılarlar” hadîs-i şerifini duymuşsunuz. Bu büyükler için nerede ölüm kelimesi kullanıldıysa, bu fânî dünyadan intikal ettikleri için kullanılmıştır. Bu konuda şehîdler bir adım daha ileridedir ve onların hayatı daha kuvvetlidir. Zirâ ölmek kelimesi peygamberler için kullanıldı, ama Allah yolunda şehîd olanlar için gelmedi: “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Bilâkis onlar diridirler. Lâkin siz anlayamazsınız” [Bakara-154] bu ma’nâyı haber vermektedir.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt II, sh.64, 36. Mektup

Efendimiz Herşeyden Önce Gelmeli

Beşinci suâl:

Hatim okuyup bir kimsenin ruhuna sevabını bağışlamak icâbederse, önce Resûl-i ekremin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) mutahhar ruhuna bağışlamalı, sonra ölenin ruhuna hediye etmelidir. Eğer böyle yapmazsa, kim için okunmuş ise, sevabı ona gitmez.

Ve yine lâzımdır ki, bütün ehl-i îmanın ruhlanna bağışlamalıdır. Yoksa kime niyyetle okunmuş ise, o sevab herkese taksîm edilir. Hakîkaten böyle midir? Eğer böyle ise, hazreti Hâcegânın hatminde niçin böyle yapmıyorlar?

Cevab:

Sadakaları önce peygamberin (sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ âlihi ve sellem) ruhânîyyetine bağışlayıp, ölüyü Onun tufeylisi [yanı sıra] söylemek güzel işlerdendir ve kabül ümidi ziyâde olup, icâbete yakın düşer. Yoksa sadakanın erkân ve vâciblerinden değildir ki, onsuz sadaka kabûl olunmasın. Bu konuda güvenilir bir nakilleri varsa, bize de bildirsinler. Böyle amellerin sevabını bütün mümin ve müminâtın ruhlarına göndermek de iyi işlerdendir. Hepsine tam sevab ulaşır ve kim için okunduysa onun sevabından hiç azalmaz. Kim için okunduysa onun sevabından taksîm edilir, sözünüzün açık bir nakli yoktur. Hazânet-ür rivâye’de böyledir ifâde ve beyanınıza gelince:

Mahdûmâ! Hazânet-ür rivâyette böyle olduğunu kim görmüş. İkinci bakışta buna rastlamadık. Hayret ediyorum, nereden yazmışsınız.

Hazreti Hâcelerin hatmine gelince: En evvel Resül-i ekremin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) mubârek ismi söylenirse, iyi ve güzel olur. Lâkin büyüklerden böyle söylene gelmiştir. Onun için öyle yapılıyor. Bu hatimde Resûl-i ekremi (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) ortak etmenin bir izâhı daha vardır. O da hazreti îşânımızın Mektûbâtının üçüncü ıcildinin yirmiyedinci mektûbunda sebebini açıkça belirttiği beyanıdır. 0 mektubu okursanız çok şübheler hallolur. Bu hatim, işlerin görülmesi, müşkillerin açılması ve belâların kalkması için bu tarikat ehli tarafından yapılagelen hayırlı işlerdendir.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt II, sh.65, 36. Mektup

Lanet

Resûlullah (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) buyurdu:

“Bir kimse, şeytana la’net ederse, ben zaten mel’un oldum. Bu la’netin bana zararı olmaz der. Yâ Rabbi! Beni şeytandan koru derse, eyvah bel kemiğimi kırdın der” bir başka hadîs-i şerîfte:

“Şeytana söğmeyiniz! Şerrinden Allahu teâlâya sığınınız” buyuruldu.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt II, sh.68, 36. Mektup

Yüzüne bakmak Bile Kurtuluş

Gördüğünüz iki vâkı’anın ta’birini soruyorsunuz. Biri şudur: Dört ayağı üzerine düşmüş, henüz dişleri çıkmamış bir çocuğun baş ucunda Serveri kâinât (aleyhi ve alâ alihi efdalüssalavât ve eşmel-ül-berekât) durmuş ve:

“Bu çocuk Cehennemliktir” buyurmuşlar. Bir an sonra çocuk titremiş, iki yanı sallanmış ve yüzünü Resûl-i ekreme (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) dönüp gözlerini Onun mubârek yüzüne dikmiş ve ağlamaya başlamış. Sonra tebessüm etmiş ve ardından gülmüş. Herhâlde cemâl-i bâ kemâlini görmekle sevinmiş.

Biraz sonra O Server (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem):

“Bu Cennetliktir” buyurmuş. İnsanlar hayretler içinde kalmışlar…ilh. Diyelim ki, çocuk insanın nefsinden ibârettir. “Nefs çocuk gibidir” sözünü duymuşsunuz. Nefs bizzât ahkâm-ı semâvîyi inkâr edici olduğundan ve Hak celle şânühüye düşmanlık üzere bulunduğundan, nitekim: “Nefsine düşman ol. Zirâ o bana düşmalık yolunu tuttu” buyurulduğundan ve bu sebeble ateşe müstehak olduğundan, ona Cehennemlik buyurdu. Ama o çocuk gözünü açıp, gaflet ve dalalet örtü ve perdelerinden kurtulup, gözünü O Serverin kemâl ve cemâline dikince ve bu müşâhededen zevklenince güldü ve ağzı gül gibi açıldı. Ya’nî razı olup zâhiren ve bâtınen inkıyatla hazır oldu ve Cennetle müjdelenir oldu. Evet, nefs, emmâre olduğu müddetçe haîb ve hâsırdır [mahrum ve zarardadır].

“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyân etmiştir” [Şems-9,10] buna işârettir.

Mutmainne olup Rabbinden râzı olur ve Rabbi de ondan râzı olunca: 

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt II, sh.83, 47. Mektup

Borç

ONDOKUZUNCU MEKTÛB

Bismiliahi ve selâmün alâ Resûlillahi.

Resûlullahdan (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) gelen haberlerde:

“Bir kimse ölür ve üzerinde borç veya bir başka kul hakkı bulunursa, onun ruhunu göğün yukarısına çıkarmazlar, ilerlemekten alıkoyarlar. ölünün tarafından bu hak ödenmedikçe, orada kalır. Hak ödenince durdurulmaktan kurtulur” diye geldi.

Hazreti Müceddid (radıyallahu teâlâ anh) bu hususta çok düşündüler. Nihâyet Allahu teâlânın fadlı ve ihsânı ile kendilerine gösterildi ki, bu hüküm, dünyada ruhu terakkî etmemiş kimseye mahsustur. Ama bu alâkaları ile beraber, ruhu dünyada terakkî etmiş ise, öldükten sonra da, Allahu teâlânın takdîri ile terakkî eder. Fakat bu dünyada tutuklanmış, bir kafeste kalmış ve hiç terakkî etmemiş kimse, vefâtından sonra da tutukludur ve bu alâkalardan, bağlardan kurtulamaz.

Vesselâm.

Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt I, 19. Mektup

Yazarİsmail Hakkı AltuntaşYayın tarihi17 Aralık 2019KategorilerGenelhikmetM.Masum içinbir yorum bırakDüzenle"M.Masum"

Benzer Yazılar